Aziz okuyucularımız. Bilhassa son günlerde aktardığımız yakın tarih bilgilerinde, bir kaç noktada tashih ve tasrih (açıklama) yapmaya ihtiyaç hasıl oldu.
Bu konuda bizi uyaran ve doğru bilgilere ulaşmada yardımcı olan muhterem arkadaşlarımıza tebrik ve teşekkürlerimizi arz ederiz.
Düzeltme ve açıklamaya muhtaç bulduğumuz noktaları, dikkat nazarlarına sunmak üzere aşağıdaki maddeler halinde sıralıyoruz.
Takvim
Çoğunuzun bildiği gibi, Miladî takvim ile Rumî takvim arasında 13 günlük bir fark var. Biz, tarih çevirilerinde bu 13 günlük farkı da ekleyerek hesaplamayı öyle yapıyorduk.
Meğerse, 1 Mart 1917 ile 26 Aralık 1925 tarihleri arasındaki zaman diliminde bu fark sıfırlanarak, her iki takvimin de gün sayıları eşitlenmiş.
İzmir'den muhterem Bilal Tunç'un hatırlatması üzerine yaptığımız araştırma sonucu, aynı yöndeki doğru bilgilere ulaştık. Şöyle ki:
1917'de 1 Mart günü "malî yılbaşı" olarak kabul edilmekle beraber, asıl yılbaşı 1 Ocak günü olarak esas alınmış ve bu durum 1925 yılı sonlarına kadar da devam edegelmiş.
Buna göre, aşağıdaki sıhhatli bilgileri yeniden güncelleyebiliriz:
1) Rusya'daki esaretten kurtulan Bediüzzaman Hazretlerinin İstanbul'a gelişini 25 Haziran 1334 tarihli sayısında haber veren Tanîn gazetesinin o günkü nüshasının Milâdî tarihi yine 25 Haziran olup, yıl olarak da 1918'dir.
2) Üstad Bediüzzaman'ın kurucu âzâ olarak kaydedildiği "Darü'l–Hikmeti'l–İslâmiye"nin açılış tarihi 13 Ağustos 1334/1918'dir.
3) Bediüzzaman Hazretlerinin Millet Meclisinde resmî "Hoşâmedi" ile karşılandığını belgeleyen "Zabıt Ceridesi"nin neşir tarihi 9 Kasım 1338/1922'dir.
4) Aynı şekilde, Üstad'ın mebuslara hitaben kaleme almış olduğu 10 maddelik "Beyannâme"nin neşir tarihi 19 Ocak 1338/1923'tür.
5) Ankara'dan Van'a gitmek üzere almış olduğu biletin son kullanma tarihi 21 Nisan 1923'tür. Buna göre, Mart ayından sonraki bu tarihin Rumî yıl olarak karşılığı 1339'dur.
Zabıt Ceridesi
Daha önceki bir yazımızda sehven Resmî Ceride (yani Resmî Gazete) şeklinde belirttiğimiz Zabıt Ceridesi, aslında o zamanki Meclis Tutanağıdır. Bugünkü karşılığı ise Meclis Tutanak Dergisidir. Her iki isimde de "ceride" tâbiri geçmekle beraber, bunlar birbirinden farklı şeylerdi.
Başoğlu'nun notu
Dün (17 Kasım), Sağlık–İş Genel Başkanı Sayın Mustafa Başoğlu'dan yukarıda bahsi geçen Üstad Bediüzzaman'ın Meclis'te "Hoşâmedi" ile karşılandığına dair şu bilgi notunu aldık:
"Sayın Salihoğlu, 15.11.2006 günlü 'Başkent'e Kasım yolculuğu' başlıklı yazınızda yer alan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri için 1922 Kasımında TBMM'de bir Hoşâmedi merasimi yapıldığını belirtiyorsunuz,
"Ben, daha önce bilgi sahibi olduğum bu konuyu TBMM tutanaklarından teyit etmek istedim. Yaptığım incelemede, Meclis kayıtlarında bu konunun metnini ne yazık ki bulamadım. Ya tutanaklara geçirilmedi veya tutanaklardan daha sonra çıkartılarak yok edildi.
"Ama gerçek olan şudur; Mustafa Kemal'in isteğiyle Ankara'ya gelen Üstad Bediüzzaman için, TBMM'de özel bir karşılama merasimi (Hoşamedi) düzenlenmiş, böylece şanına lâyık bir törenle karşılanmıştır.
Bu konuları araştıran bir gazeteci olarak, başka yerlerde, başka belgeler bulmanız mümkün olabilir."
NOT: Söz konusu Hoşâmedi merasiminden bahseden TBMM Zabıt Ceridesi'nin 9 Kasım 1338/1922 Perşembe tarihli nüshasının eski (Osmanlıca) ve yeni (Latince) nüshalarının birer orijinal kopyası muhterem Necmeddin Şahiner'in özel arşivinde mevcut.
Meclis arşivine bilâhare herhangi bir müdahalede bulunularak mevcut bilgiler kaybedildiyse, onu bilemiyoruz.
Bu vesileyle, Sayın Başoğlu'na teşekkür ediyor ve konuyu araştırmaya devam edeceğimizi belirtmek istiyoruz.
Günün Tarihi
Gitti Sultan Vahdeddin, geldi Halife Abdülmecid
18 Kasım 1922: Sultan Vahdeddin'in bir gün önce mecburiyet tahtında yurt dışına gitmesi üzerine, Millet Meclisi tarafından yeni halifenin Abdülmecid Efendi olduğu ilân edildi.
1 Kasım'da saltanatın resmen kaldırılmasıyla birlikte, Sultan Vahdeddin'in de "Sultanlık" vasfı sona ermiş, sadece "Halifelik" ünvanı kalmıştı.
Ortaya çıkan yeni durumu kendisi ve aile efradı için güvenli bulmadığı için de, İngilizler'den yardım isteyerek bir gemiyle yurdu terk etmek zorunda kaldı.
Bu, aslında beklenen bir gelişmeydi. Zira, İngiliz işgal güçleriyle, şöyle veya böyle anlaşan, uzlaşan her kim varsa, bir şekilde terk–i diyâr etmek mecburiyetindeydi.
Ankara'da teşkil olunan yeni yönetim, bu dönemde Anadolu'daki istilâcı Yunan kuvvetleriyle birlikte, İstanbul'daki işgal kuvvetleriyle de tam bir zıtlaşma içindeydi. Herhangi bir sebeple düşmana yakın görünenler, mutlak sûrette kendini Ankara'dan uzak tutması gerekiyordu.
Bu vaziyet, hayli acıklı olmakla beraber, o günler için çok da yadırganacak bir tutum değildi. Kaldı ki, Sultan Vahdeddin, yurt dışına çıkmayı kendi isteğiyle tercih etmişti.
Asıl büyük ıztırab bu tarihten yaklaşık bir buçuk yıl sonra yaşandı. 3 Mart 1924'te Halifelik kurumu kaldırıldı. İş bununla da sınırlı kalmadı; Meclis tarafından, Osmanlı hanedanına mensup bütün fertlerin Türkiye sınırları dışına çıkarılmasına karar verildi.
Altı yüz küsûr sene önce gelerek bu toprakları vatan edinmiş, her karışını şehit kanlarıyla sulayarak fetihler yapmış olan Osmanlı, bu tarihlerde yabancılar tarafından değil, bizzat kendi soydaşları, hatta kendi dindaşları tarafından hudut haricine çıkartılıyorlardı.
Bir tek fert dahi bırakılmaksızın yurt dışına çıkartılan Osmanlı hanedanı mensupları, adeta sefalete sürüklenmiş oldular. Zira, değişik ülkelere gittikten sonra, oralarda yokluk ve perişaniyet içinde varlıklarını idame ettirerek çok hazin bir hayatı yaşamaya mahkûm edildiler.
18.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|