|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
De ki: “Evet, hem de hor ve hakir olarak diriltileceksiniz. Buna tek bir ses yeter.” Onların da birden gözleri açılıverir.
Sâffât Sûresi: 18-19
|
18.11.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Musibetler, yüzlerin karardığı Kıyâmet Gününde sahibinin yüzünü ak eder.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3796
|
18.11.2006
|
|
Gençler, ahiret inancını kaybederse...
İnsanların hayat-ı içtimâiyesinin medârı olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyâtlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevâlarını tecavüzâttan ve zulümlerden ve tahribâttan durduran ve hayat-ı içtimâiyenin hüsn-ü cereyânını temin eden, yalnız Cehennem fikridir. Yoksa, Cehennem endişesi olmazsa, “Galip olan hükmeder” kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesâtları peşinde bîçare zayıflara, âcizlere dünyayı Cehenneme çevireceklerdi. Ve yüksek insaniyeti, gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi...
Şuâlar, s. 167
***
Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.
Şuâlar, s. 203
***
Eğer, bu hakikat-i haşriyenin neticeleri, insaniyetten çıksa, o çok ehemmiyetli ve yüksek ve hayattar olan insaniyet mahiyeti, murdar ve mikrop yuvası bir lâşe hükmüne sukut edeceğini ispat eder. Beşerin idare ve ahlâk ve içtimâiyâtı ile çok alâkadar olan içtimâiyyun ve siyâsiyyun ve ahlâkiyyunun kulakları çınlasın. Gelsinler; bu boşluğu ne ile doldurabilirler? Ve bu derin yaraları ne ile tedâvi edebilirler?
Şuâlar, s. 167
|
18.11.2006
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Mükevvin
Allah (c.c.), Mükevvin’dir. Yani, her şeyi var eden Cenâb-ı Hak’tır. Bütün kâinatın oluşumu ve idâresi Allah Teâlâ’nın emir, irâde ve kudretiyle vâki olmaktadır.
Mükevvin ismi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (asm) rivâyet ettiği1 Cevşenü’l-Kebîr’de zikrolunan isimlerdendir.
Şu kâinatın gayet muhteşem bir saray gibi donatılıp tanzim edilmiş olduğuna bakıldığında, nihâyetsiz Hakîm, Alîm ve Kadîr bir Sânî’ye işâret ettiğinin anlaşılacağını beyan eden2 Bedîüzzaman, kâinatın oluşumunda sebeplerin payının ancak bir perdeden ibâret olduğunu kaydeder.3
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, varlık sahnesinden çekilen eşya ile birlikte sebeplerinin de kaybolmasına rağmen, hemen arkalarından yeni varlıkların tekrar vücuda gelişi, sebeplerin, varlıkların oluşumunda hisselerinin bulunmadığına delil teşkil eder... Kâinatta gelip geçen her eşyadan sonra, yenilerinin de aynı san’at ve nakışlarla işlenmiş olması, bu san’at ve güzelliklerin, zevâlsiz, dâimî ve bir tek Zâtın isimlerinin cilveleri, nakışları ve san’atları olduğunu göstermektedir.4
Bediüzzaman’a göre, meselâ insan başı içindeki hardal tanesi küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen ve aynı zamanda haşirdeki amel defterine bir şâhit ve bir senet mahiyetinde düzenlenen hâfıza kuvvetine büyük bir kütüphâne ve muazzam bir kitap gibi hayatın bütün hatıralarının yazıldığına bakıldığında, bunun basit beden hücrelerinin veya dimağın liflerinin ya da tesâdüf rüzgârlarının işi olmadığı; ancak Sâni-i Hakîm’in eseri ve fiili olduğu anlaşılacaktır.5 Gökleri mevcut haliyle yaratan ve düzenleyen Cenâb-ı Hak, beşeri sîmâsındaki husûsî ve ferdî özelliklere kadar yapmaya ve idâre etmeye muktedirdir.6
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)
Dipnotlar:
1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 258; 2- Sözler, s. 61; 3- A.g.e., s. 260; 4- A.g.e., s. 260; 5- A.g.e., s. 621; 6- A.g.e., s. 623
|
18.11.2006
|
|
Sorularla Risale-i Nur
Cenâb-ı Hak “Bana duâ edin, size cevap vereyim” (Mü'min Sûresi: 60) buyuruyor. Halbuki bazen duâ ediyoruz, kabul olmuyor. Nedendir?
Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her duâ için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlûbu vermek Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir.
Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: "Yâ hekim, bana bak." Hekim "Lebbeyk," der. "Ne istersin?" Cevap verir. Çocuk "Şu ilâcı ver bana" der. Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binâen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.
İşte, Cenâb-ı Hak Hakîm-i Mutlak, hâzır, nâzır olduğu için, abdin duâsına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzûruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat, insanın hevâperestâne ve heveskârâne tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyenin iktizâsıyla, ya matlûbunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.
Sözler, s. 286-87
***
Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. "Duâsı kabul olunmadı" denilmez. "Daha evlâ bir surette kabul edildi" denilir. Hem Bazen kendi dünyasının saadeti için duâ eder. Duası âhiret için kabul olunur. "Duâsı reddedildi" denilmez. Belki, "Daha enfâ bir surette kabul edildi" denilir, ve hâkezâ...
Madem Cenâb-ı Hak Hakîm’dir. Biz Ondan isteriz, O da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder.
Mektubat, s. 291
|
18.11.2006
|
|
Münâcâtü'l-Kur'ân
SEMS:
1. Ey güneşin ve aydınlığının, onu tâkip eden ayın, onu gösteren gündüzün, onu örten gecenin Rabbi! (1-4)
2. Ey, “Bunun üzerine Rableri günahları sebebiyle, o beldeyi başlarına geçirdi ve her tarafı düm düz etti. Allah bu şekilde azab etmenin âkıbetinden korkmaz” diye buyuran! (14-15)
|
18.11.2006
|
|
Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden
Yirminci asrın en büyük İslâm mütefekkiri
Sayın savcı, “Bediüzzaman’a olan hürmetin şekli diğer müfessirlerde görülemiyor” dedi. Doğrudur. Hürmet ve tâzim büyüklük ve kemâlâtın derecesine, minnet ve şükran da elde edilen istifadenin miktarına göre olduğuna nazaran, Bediüzzaman’ın eserlerinden azîm faydalar elde ediliyor ki, ona olan tâzim ve minnettarlıklar da görülmemiş bir şekilde oluyor.
Yirminci asrın en büyük bir İslâm mütefekkiri ve müellifi olan Bediüzzaman’ı, komünist ve masonlar bizlere, bilhassa gençliğimize tanıtmamaya çalışmışlardır. Fakat uyanık Türk-İslâm milleti ve gençliği, o din kahramanı Üstadı tanımış, istifade etmiş ve ettirmiştir.
İşte bunun içindir ki, Bediüzzaman’a karşı olan fevkalâde bağlılık ve itimat sarsılmayacaktır.
(Afyon Mahkemesi
müdafaasından - 1948)
|
18.11.2006
|
|
Nur'un dilinde Risale-i Nur
Yirmi Sekizinci Söz
“Yirmi Sekizinci Sözün Birinci Makamının İkinci Suâlinde ispat edildiği gibi, Hakîm-i Ezelî, şu iki hanenin sekenelerine, kudret-i kâmilesiyle ebedî ve sabit bir vücut verir ki, hiç inhilâl ve tagayyüre ve ihtiyarlığa ve inkıraza maruz kalmazlar. Çünkü inkıraza sebebiyet veren tagayyürün esbâbı bulunmaz” (Sözler, s. 492)
***
“Yirmi Sekizinci Söz’ün ikinci makamı Lasiyyemalar’dır”
(Mesnevî-i Nuriye, s. 31)
|
Fatma ÖZER
18.11.2006
|
|
BİR KISSA, BİN HİSSE
Abdullah b. Mesud (ra) ölüm döşeğindeydi.
Halife Hazret-i Osman (ra) onu ziyarete geldi.
“Nerenden şikâyetçisin?” diye sordu. İbn-i Mesud (ra):
“Günahlarımdan!” dedi. Hz. Osman (ra):
“Canın ne istiyor?” diye sordu. İbni Mesud (ra):
“Allah’ın rahmetini!” karşılığını verdi. Hz. Osman (ra):
“Sana bir doktor çağırayım mı?” dedi. İbn Mesud (ra):
“Benim doktorluk işim yok. Günahlarımın sancısından ise ancak Allah’ın rahmetiyle kurtulabilirim” diye cevap verdi.
Hz. Osman (ra):
“Sana maaş bağlatmamı ister misin?” dedi. İbn Mesud (ra):
“Benim maaşa ihtiyacım yoktur” karşılığını verdi. En sonunda Hz. Osman (ra)
“Senden sonra kızların ne ile geçinecekler?” diye sordu.
Bunun üzerine İbn Mesud (ra):
“Sen benim kızlarımın fakir düşmelerinden mi korkuyorsun? Ben onlara her gece Vakıa Sûresi’ni okumalarını, ibret almalarını ve bu sûreyi hayat prensibi yapmalarını emrettim. Çünkü Hz. Peygamber’in (asm) ‘Vâkıa Sûresi’ni her gece okuyan kimse asla fakirlik ve geçim sıkıntısı çekmez!’ buyurduğunu işittim” dedi.
(İbni Kesir, Tefsir, 4/281)
|
Süleyman KÖSMENE
18.11.2006
|
|
|
|