Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Vehbi HORASANLI

Maişet derdi



Gelenin gittiği, gidenin gelmediği bir dünyada yaşıyoruz. Zaman dolabı sür'atle dönüyor, yarına çıkmaya garantimiz yok, lâkin yakında biz de gidenlerin geri gelmediği ahiret yurduna gideceğiz.

Dünyevî meşgaleler bizi yanıltıyor. Çünkü birçok kişi gibi sabah çıktığımız evimize yeniden dönüyoruz. Gerçi denizcilerin maişeti biraz farklı, biz ekmeğimizi denizden kazandığımız için sabah gidince ancak üç dört ayda dönüyoruz. Sonuç olarak ben de Cenâb-ı Allah’ın izni ile bir kontratı daha kazasız belâsız bitirip evime döndüm.

Gemi hayatı devamlı sûrette sefer halinde devam ettiği için Cuma namazlarını kılmak mümkün olmuyor. Arada sırada Müslüman memlekete düştüğümüzde Cuma namazlarını kılma fırsatı bulabiliyorum. Son çalıştığım gemide Cuma’ya gitmek kısmet olmadı, lâkin devir teslimi bir Cuma günü yaptık.

Yeni gelen kaptana sabah erken gelmesini söyledim, belki bu sayede uzun süredir kılamadığım Cuma namazını eda etme imkânını bulabilecektim. Nitekim öyle de oldu, öğle vaktine kalmadan devir teslimi yaptık ve gemiden ayrıldım.

Cumaya yetişmek için acele ediyordum fakat gördüğüm manzara pek dehşetli idi. Birçok kişi farkında değil, belki fakat insanların üç beş kuruş için yollara döküldüğü ve Cumayı unuttuğu gerçeği beni derinden yaraladı.

Arabamız yol kalabalığından ilerleyemiyordu. Hâlbuki ezan okunmuş Cuma namazının sünneti kılınmaya başlamıştı bile. Fakat maişet derdi yüzünden haftada bir defa kılınması farz olan Cuma namazı yollardaki binlerce insan için unutulmuştu sanki.

Bu manzarayı bir defasında Kadıköy’de de görmüştüm. Yüzlerce insan Cuma namazından habersiz iş peşinde koşturup duruyordu. Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede yaşadığım manzara aslında birçok sorunun cevabını veriyordu.

Ekonomistler saatlerce niçin kalkınamadığımızı anlatmaya çalışsınlar, benim bu konuda izahım çok basit. Efendim bereket ortadan kalkmış. Ne kadar çok çalışırsak çalışalım bereket olmadan bu ülkenin iki yakası bir araya gelmez.

Bediüzzaman yıllarca önce Isparta’ya geldiğinde halkın zengin olduğunu düşünmüştü. Her taraf yem yeşil ve bağ bahçe ile dolu idi. Lâkin Müftü Efendinin sözü pek tuhafına gitmişti. Müftü efendi “Ahalimiz fakirdir” diyordu. Bu ne biçim bir işti, Cenâb-ı Allah’ın sunduğu onca nimete rağmen halk nasıl fakir olabilirdi?

Cevabını kendisi veriyor. Bereket kalkmış. Peki, nedir bu bereket? Sayılabilir mi? Ölçüsü var mıdır? Her namazda Peygamberimizin (asm) âline ettiğimiz salât ve bereket duâları ne anlam taşıyor acaba?

Bu soruların cevabını pozitif bilimlerle uğraşanlar ve iktisatçılar veremezler. Bunun cevabını bulabilmek için manevî gözleri olan insanlara ihtiyaç vardır. Her şeyi maddede arayanların gözü kördür. Akıl feneri ile ancak göz ucundaki küçük şeyleri görebilirler.

Akıl kalp ile beraber olduğunda ise adeta güneşin yeryüzünü aydınlattığı gibi her şey belirginleşir ve gerçekler tam mânâsı ile ortaya çıkar.

Elbette ekonomik gelişme ve başarı için çalışmaya ihtiyaç vardır, lâkin bütün nimetlerin geldiği kaynağı iyi tesbit edemez isek bundan mahrum kalacağımız aşikârdır. Evet, her türlü kazancın, mal ve mülkün yaratıcısı Allah’tır. Nasıl sabah işe gidip fiilî duâ ediyor isek, istirahat saatlerimizin bir kısmını da kavlî yani sözlü duâya ve namaza ayırmamız gerekir. Aksi takdirde bugün olduğu gibi birçok zenginlik kaynağından mahrum kalırız.

“Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var” diye buyuran Rezzak olan Allah, maişet belâsına bu kadar önem vermeyi ve bu sûretle namazı terk etmeyi bize yasaklamıştır. Aslında bu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan ibarettir.

Bediüzzaman insanı bir askere benzetir. Askerin görevi talim ve cihaddır. Fakat arada sırada kazan kaynatır karavana pişirir. Demiyor ‘Benim asıl işim budur’ diye. Bununla birlikte bazı acemi askerler de bulunur. Asıl işi eğitim ve savaş zamanı savaşmak olduğu halde o gider en önemli bir zamanda midesini doyurmaya çalışır.

Aynen bu örnekte olduğu gibi insan da bu dünyaya iman ve ubudiyet için gönderilmiştir. Dağ, zemin ve göklerin kabul edemediği emanet işte budur. Ne mutlu o insana ki dünyayı sadece maişet yükü için görmez, Allah’a kulluk eder ve vazifesi olan iman ve ibadeti yapar. Veyl o kimseye ki her şeyi unutup sadece para ve pul için dünya peşinden koşar. Rabbü’l-âlemin bizi kulluk görevini yapanların zümresine ilhak etsin…

17.11.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (26.10.2006) - Hürriyet Bayramı

  (18.10.2006) - Güneydoğuda huzur ve sükûnet için

  (05.10.2006) - Dünyanın en önemli mesleği

  (03.10.2006) - 23 yıl önceki Ramazan

  (13.09.2006) - Denizin rengi ve yakamoz

  (12.09.2006) - Radar icat oldu, mertlik bozuldu

  (05.09.2006) - Sessiz tehlike: Buzdağları

  (19.08.2006) - Kur’ân’ı dinlemek

  (04.08.2006) - En güzel eleştiri

  (21.07.2006) - Her Yahudi Siyonist midir?

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habip FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004