Eski tüfek sosyalistlerden Abidin Nesimi, 1950’li yıllarda Adnan Menderes’i ve DP hükümetini ayakta tutan gücün “500 bin Nur talebesi” olduğunu söylüyordu.
Doğruydu. Bediüzzaman’ın tavsiyeleri istikametinde Nurcular seçimde oy verdikleri DP’nin müsbet icraatını da destekliyorlardı.
Onlarla birlikte, diğer cemaatlerin desteği de ekseriyet itibarıyla DP’nin yanındaydı.
Gerçekten millet nezdinde hem manevî nüfuzu, hem de oy potansiyeli itibarıyla önemli ağırlığa sahip olan bir kitlenin desteği, DP’yi ayakta tutan dinamiklerden biriydi.
DP’nin 27 Mayıs darbesiyle devrilmesinde, 1950’lerin sonlarına doğru bu desteğin dağılmaya ve zayıflamaya yüz tutmuş olmasının payı azımsanamaz.
Gerçi Bediüzzaman ve talebeleri son âna kadar Menderes’i ve DP’yi muhafaza gayretini elden bırakmadılar; ama Üstadın vefatından sonra yaşanan kısa süreli “fetret” dönemi ihtilâlcilere aradıkları fırsatı verdi.
İhtilâlden beş yıl sonraki seçimde AP’nin tek başına iktidara gelmesinde de Nurcuların ve sair cemaatlerin yekvücut halde verdikleri desteğin payı son derece önemliydi.
Ancak bu mütesanid desteği parçalama çabaları o dönemde de yeni taktiklerle devam etti. Bu meyanda özellikle Millî Nizam Partisinin kurulması, hayli etkili bir faktör oldu.
Cemaatlerin bir kısmının bu partiye, bazılarının da MHP gibi başka partilere yönelmesi, oyların AP’de toplanmasıyla ortaya çıkan toplumsal gücün dağılmasına yol açtı.
Aynı potansiyelin 1990’lı yıllarda olduğu üzere ağırlıklı olarak RP’ye yönelmesi ise, Türkiye’yi 28 Şubat türbülansına sürükledi.
Şu anda da benzer bir hava yaşanıyor.
Çünkü cemaatlerin desteği bu defa da, millî görüş kökenli kadrolarca kurulan yeni bir partiye akıtılmış durumda. Ve dört sene sonra gelinen noktadan cemaatler de huzursuz.
Son tecrübenin bir kez daha teyid ettiği gerçek şu: Türkiye’nin huzuru ve selâmeti, cemaatlerin DP-AP çizgisiyle yeniden buluşmasına bağlı. Bir ara öyle bir iddiayı seslendirdiyse de AKP’nin bu çizginin devamı olamadığı ve olamayacağı ayan beyan görüldü.
Tabiî bu noktada, DP-AP çizgisinin devamı olma iddiasıyla siyaset sahnesinde yer alan DYP’nin de yapması gerekenler var.
Çünkü DYP kurulduğu günden bu tarafa, DP ve AP tarzında, milletin bütün kesimleriyle beraber cemaatleri de kucaklayacak bir siyaset geliştirmeye muvaffak olamadı.
Demirel yasaklıyken ve muhalefet lideri olarak bunu bir ölçüde başarmıştı, ancak iktidarda ve Çankaya’da arkasını getiremedi.
Bunun bedelini ise hep birlikte ödedik.
Ağar’ın son dönemdeki açılımlarını, Haber Türk’te Nurcular ve Gülen cemaati özelindeki sorulara verdiği “Toplumda ne varsa hepsi bizim kabulümüzdür. Herkese kapımız, gönlümüz açık. Daha sivil, daha demokrat, daha özgür bir Türkiye için bizimle diyalog kuran her kesimle sıcak ilişkilerimizi güçlendirme gayretindeyiz” cevabıyla yeni bir boyuta taşıması, bunu telâfi açısından önemli bir işaret.
Hele cemaatleri tehdit sayanlar varken!
18.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|