İngiltere’nin tarihten beri elbette ki umum bir İslâm politikası vardır. Bu politika pragmatiktir. Bundan dolayı kimi zaman kabalığa ve şiddete kaçar, kimi zaman da uzlaşma arar. Bu, pragmatizmin tabiatındandır.
ABD de, İngiltere’nin İslâm konusundaki bu siyasetini veya yaklaşımını genel olarak tevarüs etmiş ve benimsemiştir. Pragmatizmin ruhu gereği bu politika kullanım amaçlıdır. Bazen gücü yettiğinde veya yetmediğinde İslâmı ve Müslümanları bir düşman olarak görür ve ona göre muamele eder. Bazen de çeşitli dengeler nedeniyle uzlaşma arar. Bununla birlikte İngiltere emperyalist ve onun ötesinde merchantist yani tüccar ve merkezkaç bir ülke olduğundan dolayı ötekilere nazaran daha esnektir. Aynı zamanda daha infiradçı ve itizalcidir de. Kendisine has bir dinî mezhebi (Anglikan) olması da bunu gösterir. Pragmatizmi ve onun getirdiği esnekliği itibarıyla zaman zaman İslâmî kesimlere kanca atmış ve kendi anlayışıyla kimi İslâmî yorumları bağdaştırmaya çalışmıştır. Bu özelliğinden dolayı Fransızlar gibi kimi yetersiz rakipler, Londra’ya Londonistan lâkabını takmışlardır. Gerçekten de Araplar ‘dabab’ dedikleri sisi hiç sevmeseler de bu sisli başkenti çok sevmişlerdir. Kahire gibi bir şehir bile toplayıcılık özelliğiyle Londra’ya rekabet edemez. Bunda İngiliz zekâsından ziyade coğrafyaya dayalı İngiliz karakteri ve fıtratı rol oynamış ve etkili olmuştur. Bu özelliğinden dolayı birçok İslâmî muhalif gönüllü sürgün mahalli olarak Londra’yı seçmiştir. Halbuki, İngiltere geçmişte benzerleri için Malta, Seylan gibi adaları sürgün yeri olarak kullanmıştır.
***
İngiltere günümüzde bu tarz muhalifleri Londra’da ikamet etmeye özendirmiş, en azından diğerlerine nispetle şartlarını kolaylaştırmıştır. Londra’yı cazibe merkezi kılan da bu olmuştur. Bu itibarla, orada ikamet eden ve kalan İslâmcılara ‘Londra meşayıhı veya şeyhleri’ de denmiştir. Londra yine pragmatizmi gereği, zaman zaman ‘radikal’ diye tabir ettiği unsurlara sahip çıkarken, kimi zaman da ılımlıların karargâhı olmuştur. İngiltere’de en fazla tartışılan cemaatlardan birisi Hizbuttahrir olmuştur. Bununla birlikte, İngilizler veya sivil toplum kuruluşları Kahire’de yargılanan İngiliz uyruklu Hizbuttahrir’cilere sahip çıkmıştır. Bundan dolayı, kimileri Hizbuttahrir’i ötedenberi İngiltere ile ilişkilendirmiştir.
Radikal ılımlı tercihi de konjonktüre göre dalgalanmakta ve değişkenlik arz etmektedir. Sözgelimi, SSCB’ye karşı bir dönem Mücahidler kayrılmış ve onlar ılımlı olarak tasnif edilmişlerdi. SSCB’nin dağılması ve ardından 11 Eylül’den sonra bu kadrolar aşırı ilân edilmiş ve takibat altında tutulmuşlardır. Hatta elektronik gözetim dolayısıyla Big Brother olarak anılmaya başlanan İngiltere’de istihbarat kayıtlarına göre terör zanlısı dindar kesimlerin listesi uzayıp gitmektedir. Bununla birlikte her zaman İngiltere’nin elinin altında Sır Seyyid Ahmet Han gibi İngiliz politikalarının emrine amade ve İngiltere’yi Müslümanların hamisi olarak görenler var olagelmiştir. Bu bağlamda, Muhammed Bin Abdulvehhab’ın İngiliz istihbaratının devşirmesi olduğu yönündeki iddialar ispata muhtaçtır. Lord Cromer ile Muhammed Abduh’un ilişkilerinin izahı ise müşkildir.
***
İngiltere sömürgecilik döneminde hakim mevkiden İslâma ve Müslümanlara yönelik amansız bir savaş açmıştır. Bu yönüyle, ABD’nin selefidir. Meselâ müstemlekecilik döneminin zirvesinde ve zirve isimlerinden Glodstone şöyle demiştir: “Kur’ân ellerinde kaldıkça Müslümanları yenemeyiz...” Mısır’daki İngiliz Sömürge Valisi Lord Cromer de bu defa Kur’ân-ı Kerim’in havzasını nazara vererek: “Kur’ân kursları varoldukça Mısır’da hakimiyetimizi yayamayız ve pekiştiremeyiz” demiştir.
11 Eylül’den sonra Kur’ân kurslarının yerini medreseler almıştır. Wolfowitz ve Rumsfeld gibiler Lord Cromer’in izinden medreseleri ve müfredatını hedef almışlardır. Daha da ileri giderek havzanın havzası olarak Perle-Frum gibiler medreseleri barındıran Suud, Mısır gibi ülkeleri hedef almışlardır. 7 Temmuz 2005 Londra saldırılarına karıştıkları ileri sürülen zanlılarla Pakistan medreseleri arasında bağlantı kurulmuştur.
İngiltere güçlüyken hep üst perdeden bakmış ve Müslümanları aşağılama cihetine gitmiştir. Birinci Dünya Savaşı döneminde Anglikan Kilisesi Meşihat Dairesine müteveccihen İslâmı sorgulayan sorular sormuştur. Anglikan Kilisesinin sabık lideri de Papa 16’ıncı Benediktus gibi İslâmın İnsanlığa ne getirdiğini sormuş veya bu yönünü sorgulamıştır. Bununla birlikte, rol dağılımı gibi Prens Charles en son Ezher’de yaptığı konuşmasında olduğu gibi İslam’a övgüler yağdırmıştır.
20.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|