Yükseklerde uçmak, yüksek ideallere menşe olmak, yaratılışın anlamını ifade etmek için yaratılmıştır ruhlar. Bu dünya hanında zevâle mahkûm olan bedenler, ruhların ebedî mekânı olamaz elbette. Bedenler eskir, bedenler çöker, bedenler harap olur, ama ruhların makamı sabittir. Bedenlerle birlikte çürümeyen ruhlar, oralardan ayrılır ve daha farklı mekânları vatan edinirler.
Ruhların bazısı uçar ve yıldızlar gibi, ucu bucağı bilinmeyen âlemlerde büyük bir ferahlıkla gezinirler. Bazılarının ise gidişâtları ters istikamet olmakta, yukarılar değil, aşağılar onlara mekân olmaktadır. Ölüm denilen vakıa ile çürümüş veya vazifesini bitirmiş bedenlerden ayrılan ruhlar, fani dünya hanında emanet olarak bulundukları bedenleri yönlendirmeleriyle oluşan yaşantı şekline göre kendilerine yeni bir mekân bulacaklardır.
Şirkin karanlık vadilerinden ayrılmak istemeyenler, âleme rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamberi (asm) zor durumda bırakmak için, ona ruhun ne olduğunu sormuşlardı. Zannettiler ki soruları cevapsız kalacaktır. Oysa o yüce Nebînin yardımcısı Rabbi idi. Kâinatın Sultanı olan Rabbü’l-Âlemin, ruhun Allah’ın emirlerinden bir emir olduğunu söyleyerek müşriklere verilecek cevabı Habib-i Kibriyasına (asm) vahyetmişti. Ne kadar yazık oldu, o şirk bataklığından çıkmayan ruhlara ve cesetlere… Cesed de, ruh da küfür gayyasında yaşamanın mutlaka karşılığını görecektir. Kabir cesetleri sıkacak, yılanlar, çıyanlar ziyafetlere konacak, ruhlar da manevî azapların cenderesinde sıkışıp kalacaktır.
Ruhlar Cennetlere daha lâyık bir şekilde yaratıldılar. Onlar Hâlık-ı Kâinatın yüce san'atlarını müşahede etmek için imtihan meydanına gönderildiler. Ama bazıları rotayı isyan yönüne doğru çevirdi. Güzel olarak yaratılan bu halifeler şerlere ve çirkinliklere âlet edildi ve böylece o büyük imtihan kaybedildi.
“Serîütteessür ruhlar” derken başka mânâlar ifade etmek istemiştim. Öyle de olsa ruh deyip geçemezdim. Ruhun ne kadar yüce mânâlar ifade ettiğine değinmeden, içimde geçen teessürleri kaleme alamazdım. Benimki sadece “değinmek” şeklinde olacaktı. Zira o büyük mânâları hakkıyla ifade etmek o kadar kolay değildi. Hele bu sütunlara hiç sığışmazdı.
Beni bu satırları karalamaya iten saik başkaydı. Çabuk üzülen gönüllerimizin aydınlığına gölge düşüren teessürler o kadar çoktur ki, nereden başlayacağımızı bile bilemeyiz. Bilsek bile söylemek istediğimizi her zaman kâğıda dökemeyiz.
Bizler çoğu zaman üstü kapalı olan ifadelere sığınmak zorunda kalırız. Hakikati çıplak ifade etmek öyle her babayiğidin kârı değildir elbette. İçimizden geçenleri kapalı veya imalarla ifade edebilmek de Rabb-i Rahimimizin bizlere lütfudur şüphesiz.
Çoğu zaman içimizdeki fırtınaları ifade etmek için ne kadar zorlanırız kelime bulmakta ve cümle kurmakta… Çünkü içimizde bir korku hissi bulunmaktadır. Çünkü adımlarımızı dikkatli atmamız gerektiğini düşünürüz. Ayrıca duygularımızı her önümüze çıkanlarla da paylaşmak istemeyiz. Seslerimizi ilgililere duyurmak istesek bile, herkesin söylediklerimizi anlamasını istemeyiz çoğu zaman.
Kelimeler ve farklı cümle kurmalar bizim için sığınak olmaktadır, karmakarışık duygular içinde olduğumuz zamanlarda. Rabbimizin bizlere verdiği kabiliyet oranında kendimize sığınaklar buluruz. Bazen sığınaklarımızda göz yaşlarımızı akıtırız, bazen de hüzünlerden uzak neşeli dakikalar geçiririz.
İçine sığındığımız cümlelerde bizi bulanlar elbette olabilecektir. Orada bizlerin sevinçlerine ortak olanlar, bizlerle birlikte hüzünlerimizi gönüllerinde hissedecekler elbette olacaktır. Ve sığınaklarımızı keşfedenlerle birlikte hayat seyrimiz devam edip gidecektir bu dünyada.
“Seriütteessür” olan ruhumu bu satırlarla biraz dinlendirmek istedim. İmtihan gerçeği karşısında pek ehemmiyetli olmamakla birlikte, yine de içinde bulunduğumuz ruh hâletini anlayanların olabildiğince fazla olmasını çok arzu ederiz nedense…
20.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|