Günümüz hayhuyları arasında, Müslümanlık ve tebliğ metodunun, şiddet ve terörle karıştırılması, feleğin ters dönmesindendir. Aslında bu, maksatlıdır. Çünkü, İslâmiyetin çığ gibi büyüdüğünü gören bir kısım mahfiller, nezaket, nezahet ve selâmet dini olan İslâmı, şiddet dini olarak gösterme çabasında.
Her mü’minin tebliğ görevi, “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker” mefhumunda formule edilmiş. Yani, gerçeği, hakikati, doğruyu, iyiyi, güzel anlatma, neşretme, emretme; olumsuz, çirkin, yanlıştan uzaklaştırma.
Mü’min bu görevi de mutlaka şiddetten uzak söz ve hal diliyle olduğu gibi, nezaket ve nezahet kuralları içinde yapmak durumunda. Zira, İslâm barış ve emniyet dini; Müslüman, Allah’a teslim olan, kendisinden emin olunan kişi olduğuna göre; tebliğ de özüne paralel olmalı. Dolayısıyla mü’min, tebliğde de müsbet hareket etmek durumunda. Zira bu, hem İslâm, hem de insanlık âlemi için hayatî önem taşır. Çünkü, müsbet hareket, bir duruş olmanın yanında, Kur’ânî ve Sünnetî bir hizmet metodu ve stratejisidir.
Müsbet hareket, Peygamberimize (asm), Asr-ı Saadet’e dayanır. Kur’ân ve tebliğcisi Hz. Peygamber (asm) rahmeten-lilâlemindir. Bu sonsuz rahmet kaynakları asrımıza da yansımalı.
Tebliğde esas alınması gereken ana prensipler şöyle özetlenebilir:
* Allah rızasını kazanmak için sırf iman hizmetini yapmak.
* Vazife-i İlâhiyeye (Allah’ın işine) karışmamak (Yani kendi üzerine düşen vazifeyi yaparak, neticeyi Allah’a bırakmak)
* Âsâyişi (emniyeti) muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıyı sabır ve şükürle karşılamak, kabul etmek.
* Maddî gücü asla dahilde kullanmamak; cihad-ı mânevî ile (ilim, fikir, ibadet, zikir, tebliğ ve irşad) hareket etmek. Yani, “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemez”1 hakikatinin çerçevesinde hareket etmek.
* Zarûrî ihtiyaçları karşılamak için çabalamak; bunun dışında zarûrî olmayan şeyler için mücadele vermemek.2 Yani yeme, içme, gezme-eğlenme gibi nefsî, hissî meselelere değil, ulvî hakikatlere kilitlenmek. Aksi halde heva, hisler araya girer ve müsbet hareket zedelenir.
* Siyaseti en geri plana itmek. Etki alanı (kalb, mide, aile, yakın akrabalar) ile ilgi alanını (mahalle, şehir, vatan, dünya ve zîhayatı) karıştırmamak. İslâmın yüzde doksan dokuzu iman, ibadet, ahlâktır. Yüzde biri ise siyasettir.
* Birinci hedef dünya değil, ahireti kazanmaktır. (‘Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakit de onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Âsâyişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz.’)
* Hak ve hürriyetlere fevkalâde saygı göstermek gerekir. Çünkü, hürriyet imanın özelliğidir. Dolayısıyla Demokrat zihniyete yardımcı olmalıdır.
Görüldüğü gibi, Müslümanlığın gerek özünde, gerekse tebliği metodunda asla şiddete yer yoktur. Nezahet vardır, nezaket vardır. Ayrıca, şiddet, tebliğin esasına aykırı olduğu gibi, sonucu da olumsuz etkiler. Zira, medenîlere galebe çalmak ikna iledir, zorla değildir. Ki, imtihan dünyasında olduğumuza göre, dileyen iman eder, dileyen inkâr!
Dipnotlar: 1. En’am Sûresi: 164.; 2. Emirdağ Lâhikası s. 455.
22.11.2006
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|