Harran, bir tarih abidesi olduğu kadar Mezopotamya’nın da dilidir. Peygamber serisinin mucizevî devirlerine şahitlik etmiş kudsiyetlerin yaşandığı mekânlar silsilesidir. Hayata can katan, Harran’a hayat veren Hayat-ı Harrânî’den emanet bir inanç iksiridir.
Hazret-i İbrahim’in dergâhına kurulan cömert sofrasıdır. Başağın bereketidir. Suyun üretimidir. GAP’ın 21. yüzyıla mal olmuş teknoloji harikası ve mahsulat ambarıdır.
İşte bu mekânlara 14 yıl önce bir ışık daha düştü: Harran Üniversitesi. Dünyanın ilk üniversitesi olan eski Harran Üniversitesine köprü olurcasına. Tarihin tekrar dirilişi, 1992’de yeniden kurularak yaşandı. Daha yolun başında kendinden söz ettirdi. Kimilerine göre irtica yuvasıydı, laiklik karşıtı bir yapılanmaydı, şeriatçılık provasıydı... Talihsiz gazetelerin talihsiz köşelerine bunlar düştü.
Said Nursî’nin vasiyetinin gerçekleştirildiğini söyleyenler oldu. Bu yüzden, dönemin kurucu rektörü Prof. Dr. Servet Armağan başta olmak üzere, üst yönetim defalarca soruşturmaya maruz bırakıldı. Emekli paşalar, soruşturma yapmak üzere YÖK üzerinden teftiş kurulu üyesi sıfatıyla üniversiteye gönderildi. Bunlardan bazıları—ödül olsun diye mi—başka üniversiteye rektör bile oldu. Ömer Şarlak, bunlardan biridir.
Yetmedi, kampus içinde sözde laik profesör, komşusuna gelen ziyaretçileri gözetledi. Bu nezaket ziyareti “ayin toplantısı” diye jandarmaya bildirildi, evet yanlış duymadınız jandarmaya bildirildi.
Alay komutanı, bunu raporlayıp soruşturmacı paşaya takdim etti. Rapor, “işlem” dosyalarına girdi. Cürmü meşhudun belgesi (!) diyen ilgili komutan, sonradan başka bir ilde yolsuzluktan yargılandı her neyse...
Kız yurduna, yeni bir müstakil bina kiralanınca, mevcut eski binaları fakülteye benzetilmeye çalışıldı. Teftişe gelen YÖK denetçisi, kız yurdundan bozma yeni lavabolarda pisuar arayıp durdu. Bulamayınca da, bunun adı “çağdışılık” oldu. Bu da ayrı bir gülünç manzaraydı.
Kemal Gürüz, dört yıllık kurucu rektörü görevden aldırması yetmiyormuş gibi, dört defa da sipariş rektör gönderip, seçtirmek istedi. Fakat seçtiremedi. Kendi ruh haline yakışır bir militanlıkla “tarikat yuvasını” dağıtmaya kararlıydı.
1992-1996 yıllarında terörün kol gezdiği bir dönemde Şanlıurfa gibi gelişmemiş bir bölgede üniversite kurmanın zor şartlarında huzur ortamını tesis etmenin yüksek şuurunu tebrik etmek bir yana, yöneticiler ha bire taciz salvoları ile boğuşturuldu.
Göreve dönen rektörü başlatmadılar. Seçilmek için Adana ve Ankara’dan getirilen rektör adayları üzerinden misafir hocalar toplayıp oy çokluğu ile rektör olmayı denediler.
Son getirdikleri ise, her önüne gelen ortamda ve konuşmada inançlara, laiklik maskesi ile çamur attı. İnanmış insanların değer yargılarına nezaketsizce dil uzattı. Aslında bürokrasinin kıvraklığına, bir anlamda “söyleneni yapmaya” gönderilmiş bir yöneticiydi.
Bu şahsın ismine bilim listelerinde rastlayamazsınız. Üstelik yıllardır, bilimin onuru ile doktorasını tamamlamış ve doçent olmuş bir çok değerli bilim adamına da hâlâ kadro verilmemekte, bu yetmiyormuş gibi evlilik cüzdanlarındaki resimleri merak edecek kadar istihbarat toplayarak ona göre atamalar geciktirilebilmektedir.
Tıp Fakültesinde uluslar arası ölçekte ödül alan insanların zorlanması, horlanması, dilekçelerine ve yasal taleplerine cevap verilmemesi, görüş isteme bahanesiyle işlemlerin uzatılması da işin cabası.
Harran, bu kastedilmiş vurgunun pençesinde 28 Şubat’ını yaşarken, o incitilen, itilen taze beyinler ve ülkesini seven azimli insanlar çalıştı, azimle makale üretti ve üniversitelerini 1992’de kurulan 23 yeni üniversite arasında birinci, 78 üniversite arasında ise altıncı yaptılar.
Bu mu laiklik karşıtı? Bu mu şeriat özlemciliği? Bu mu hainlik? Bunlar mı, yoksa her türlü keyfîliği ve zulmü bu insanlara reva gören bir avuç azınlık mı problemli?
Harran örneği, umarım herkesi düşündürmüştür. Makaleler, çoğunluğu kuruluşta alınan kadroların eseridir. Sonradan siparişle mevsimlik gelen ve makale yazmaya asla zaman ayıramayanların başarısı değildir. Başarıyı bu kadar parselleme niyetinde değilim, ancak o dönemi yakînen yaşayan biri olarak, Harran’lı bilim adamlarını bütün tazyiklere rağmen ortaya koydukları başarı için kutlamak istedim.
Sonrasında da emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Kuruluş aşamasında, Türkiye’nin en büyük kampusuna sahip olan, ulusal düzeyde proje yarışması ile düzenlenen son yirmi yılın ilki, toplamında dördüncüsü Osmanbey Kampusunda bugün rahatlayanlara selâm olsun.
Geçmişi inkâr etmeden her emeği geçene minnet duyanlar, bir gün tarihe not düşerler.
22.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|