Dünden devam
Rangpur ve civarında işimizi bitirdikten sonra, Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan geceyi yine Dakka'da geçiriyoruz. Mümkünse sabah da Türk Büyükelçiliğine uğramak niyetindeyiz. Tabiî ki vaktimiz elverirse. Randevu alabilmek için mihmandarımız ve aynı zamanda partnerimiz olan Mustafa Sarker elçiliğe telefon açıyor. Telâşlı bir telefon muhaveresi gerçekleşiyor. Yerinde gitmeyen bir şeyler olmalı. Telefon konuşma gibi telâşlı bir şekilde telefon kapanıyor. Meğerse Mustafa Sarker'in elçiliğin Bangladeşli görevlisiyle konuşması sırasında elçilikte yangın çıkmış ve ilgili “Yangın vaaar!” diye bağırarak telefonu kapatmış. Telefondaki hararetin nedeni bu imiş. Devamını ve gelişmeleri ertesi gün uçakta gazetelerde okuduk. Elçilikte yangın çıkmış, ama kaydadeğer bir hasar olmamış. Sevindik tabiî ki. Basın, ertesi gün bu haberi flaş haber olarak takdim etmiş.
CEMAAT-I İSLÂMî'NİN MERKEZİNDE
Arap dünyasında İhvan-ı Müslimin ne ise, Uzakdoğu'da da Cemaat-ı İslâmî odur. Hatta şöyle söylenebilir: İki Ezher ve iki İhvan var. Biri Asya'ya, diğeri de Afrika'ya mahsus. Afrika'nın Ezher'i Kahire'de, Asya'nın Ezher'i ise, Diyobend adıyla Hindistan'da bir köy. Mısır'ın, Ezher'ine paralel bir de İhvanı var. Asya'nın İhvan'ı da Cemaat-ı İslâmî. Şöyle bir mukayese de yerinde olur. Ezher ile İhvan arasındaki münasebet ne ise, Cemaat-ı İslâmî ile Diyobend arasındaki ilişki de aşağı yukarı odur. Fikrî olarak İhvan fikriyatı ile Cemaat-ı İslâmî kadar birbirine uyumlu başka bir cemaat gösterilemez. Hatta kimi Arap yazarlarına göre, Seyyid Kutup 'tekfirci' veya 'şiddet yanlısı' fikriyatını Mevdudî'den devşirmiş. Seyyid Kutup cahiliyet kavramını Mevdudî'nin dört teriminden geliştirmiş. Ulûhiyet ve rububiyet ayrımı da İbni Teymiye'den Mevdudî'ye oradan da İhvan'a veya Seyyid Kutup edebiyatına yansımış. Laik Arap yazarları Mevdudî'yi aşağılamak için onun Arapça bilmediğini ileri sürerlerdi. Halbuki şahid olduğum üzre, Mevdudi'nin özel kalemi veya sekreteri merhum Hamidî çok iyi derecede Arapça biliyordu. Öyle ki, onunla Arapça konuşurken, sanki Muhammed Zahid el Kevserî'yi dinliyor gibi olurdum. Gerçekten de Arap dünyasında Mevdudî ile İhvan ve bilhassa Seyyid Kutup fikriyatı yanyana olagelmiştir. Kahire'de iken müşahade ettiğim gibi, Mevdudî'nin vefatından önce ve sonra Urduca veya İngilizce yayınlanan bütün eserleri Arapça'ya çevrilirdi. Bu arada Mevdudî'nin eserlerinin 50'ye yakın dile çevrildiğini de bu arada kaydetmiş veya hatırlatmış olalım.
Cemaat-ı İslâmî'nin merkezini ziyaret ettik ve burada bize, Naibi Emir tarafından kısa bir brifing verildi. Bu arada birçok defa Türkiye'ye gelmiş bulunan Cemaat-ı İslâmî'nin eski emiri Gulam Azzam'ın İkametüddin adlı eseri ve benzeri eserler hediye ediliyor. Naib-i Emir bize kabinede endüstri ve sosyal güvenlik olmak üzere iki bakanlarının olduğunu söylüyor. Naibi Emir Makbul Ahmed'in konuşmasından gerçekten de iyi eğitimli birisi olduğunu seziyoruz. Bangladeş Anayasasının dibacesinde besmele yeralsa bile, laik bir ülke olduğunu söylüyor. Sözgelimi, bu doğrultuda Muslim Avami League, Avami Lig olarak değiştirilmiş. İslâm veya Müslüman ibaresi çıkarılmış.
Ülkede Hindistan yanlısı Avami Lig gibi partiler olduğu gibi, gazeteler de var. Yine Rusya, Çin ve Amerikan yanlısı partilerin olduğu da söyleniyor. Amerikan elçiliği her yerde olduğu gibi, burada da söz sahibi. Ülkenin açıkça içişlerine müdahale ediyor. Ülkede 60'dan fazla parti var. Cemaat-ı İslâmî ile birlikte bunlardan bir kısmı da dinî eğilimli. Yeri gelmişken söylemekte fayda var: Cemaat-ı İslâmî'nin dört programı var:
*Tebliğ
*Dâvet
*Teşkilâtlanma, sosyal reform veya içtimaî ıslâh
*Yönetimin ıslâhı
Devrimci metoda inanıyorlar, ama bunun zorlama veya şiddet yoluyla olmasına karşılar. Öncelikli hedefleri ferd, aile ve toplumun yeniden inşası. Yeniden üretilmesi de denebilir. Daha sonraki sırada tabiî haliyle devletin ıslâhı gelmekte. Cemaat, emir tarafından yönetiliyor. Merkezî Meclis Şûrâsı, Merkezî Yürütme Komitesi ve Merkezî Çalışma Grupları var. Ülkede 9 milyon taraftarları olduğunu söylüyorlar. Buna mukabil, 300 kişilik Mecliste 17 sandalye ile temsil ediliyorlar. Yani halk bazında yüzde 5.5 civarında bir destek tabanına sahip oldukları görülüyor. Belki bu oran Cemaat-ı İslâmî'nin merkezinin bulunduğu Pakistan ve civar bölgelerden daha da yüksek. Cemaat-ı İslâmî elit bir gruba hitap etmekten kurtulamamış. Halbuki Hasan el Benna döneminde İhvan büyük bir coşku ve büyük bir kitle yakalamış. Cemaatın Emiri Şeyh Mütiurrahman Nizami. Cemaat-ı İslâmî şubeleri arasında fikren bir uyum olduğunu, ama teşkilat olarak her ülke kolunun ayrı ayrı faaliyet yürüttüğünü ve kararlarında bağımsız olduğunu söylüyorlar. Di Şongrom-Cihad isminde gazeteleri var. Yine aynı adla aylık olarak bir Arapça dergileri yayınlanıyor. Daha ziyade bu dergi aracılığıyla cemaatın faaliyetleri tanıtılıyor. Bülten gibi. Şunarbangla isimli haftalık gazeteleri de var. Bulleten isimli İngilizce aylık dergileri de bulunuyor. Cemaat-ı İslâmî, Sri Lanka, Hindistan, Pakistan ve Bangladeş'te faaliyet gösteriyor. Bu ülkelerden Batı'ya göç eden göçmenler arasında da bu fikriyat oldukça yaygın. İngiltere, ABD vesaire gibi... Daha doğrusu kolları var. Bununla birlikte Makbul Ahmed isim benzerliğinden dolayı olsa gerek, Lübnan'da İhvan çizgisinde faaliyet gösteren Cemaat-ı İslâmî'yi de kendi kolları olarak saydı. Bu ise, açık bir yanılgı. Irak'ta Hizb-i İslâmî ve Lübnan'da Cemaat-ı İslâmî İhvan fikriyatının bölgesel temsilcileri. Ama hukukî veya siyasî mahzurlarından dolayı başka isim kullanıyorlar.
DEMOKRASİYE BAKIŞLARI
Çekinceli bir şekilde demokrasiyi destekliyorlar. Ne toptan kabul ediyorlar, ne de toptan reddediyorlar. Ebu'l Hasan en Nedevî'nin tavsiye ettiği gibi, bu gibi kavramları mutlaklaştırmıyorlar. İki hususta demokrasi ile İslâmın birbirinden ayrıldığını söylüyorlar.
HAKİMİYET
Elbette hakimiyet ve hükümranlık anlayışı ikili bir yapıya sahip. Seçme seçilme suretiyle insanlar yürütme üzerine hakimdirler, ama yasama kayıtlıdır. İslâmî usûlde seçmenler veya onların seçtikleri yasama üzerine mutlak hakim değildirler. Burada yönlendirici ilkeler vardır. Hakimiyet meselesine paralel olarak, Cemaat-ı İslâmî'ye göre İslâmî sistemde din-devlet ayrımı yoktur. Dolayısıyla Cemaat-ı İslâmî, İslâmî sistemin hiyerarşik olduğu görüşünde. İki kademeli bir seçim veya hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşik sistem iki kademelidir. Birincisi halk ile, diğeri ise Hak ile kaimdir. Allah ile halifesi (insan) arasında felsefî anlamda olduğu gibi siyasî anlamda da bir bağımsızlık ve mutlak istiklâliyet ilişkisi yoktur (Islam and Democracy, M. Kamarezzaman, S: 4). Kısaca, insan nasıl bağımsız yaratılmamışsa, siyasî iradesi de mutlak mânâda Yaratıcısından bağımsız değildir. Bu ikili sistemin İlâhî yüzünde hiyerarşik bir din adamları sınıfı yoktur. Aksine prensipler ve ilkeler manzumesi vardır. Bu ilkeleri bilenler sistemin İlâhî işleyişe uygun olup olmadığına nezaret ederler. Ulema sadece denetleyicidir. Dolayısıyla İslâmî sistem velâyet-i fakihin de çağrıştırdığı gibi, teokratik bir sistem değildir. İlkelerin masuniyeti ve masumiyeti nezaret edenlere geçmez. Dolayısıyla onlar da interaktif bir muhasebeye tâbîdirler.
Devam edecek
|