Okullarımızda ilköğretimi bile saran bir şiddetin yayıldığını görüyoruz. Bu olumsuz ve üzücü gelişmenin bir anda olmadığı gerçeğini bilerek tedavi sürecinin de düşünülmesi lâzım… Hem de bir an önce…
Ammmaa…
Tedaviden önce teşhisin doğru yapılması gerek!
Yoksa -ülkemizin geleceği açısından, hepimizin geleceği açısından ve evlâtlarımız açısından- yanlış teşhisin sonrasını düşünmek bile istemiyorum.
Teşhisin doğru olabilmesi için öncelikle ehil insanlara kulak vermek gerektiği de ortada…
Eğitim gibi bir alanda yaşadığımız sıkıntıları doğru teşhisin yolu, eğitime ömürlerini vermiş, kendilerini gençliğe eğitim yolunda vakfetmiş insanlarımızın tecrübelerine kulak vermekten geçiyor.
İşte böylesi eğitimcilerimizden biri olan eğitimci-yazar Ayla Ağabegüm, okullarda yaşanan şiddet olaylarının artışını “ruh eğitimi” olmayışına bağlıyor ve “Bütün okullarımızda san’at eğitiminin yani şiirin müziğin, resmin ve güzel san’atların birinci plana alınmadığı bir öğretim sistemi var. Resmin, müziğin ve şiirin, hikâye okumanın, hikâye yazmanın olmadığı bir yerde çocuğun ruhu nerden gıda alacak?” sorusunu soruyor.
Çözüm Ekstra dergisine verdiği röportajda eğitim sistemimizde en büyük eksiğin “san’at” eğitimini dikkate almamak olduğunun altını çizen Ağabegüm, “Bir güzel san’atlar lisesinde çok fazla olay olmaz. Niçin? Çünkü güzel sanatlar ruhunuzu güzelleştirir.” şeklinde konuşuyor. “Türkiye ne zaman güzel san’atlara gereken önemi verirse o zaman eğitim başarıya ulaşacaktır” diyen Ağabegüm, manevi bir depremin kapımızda olduğuna şu sözleriyle işaret ediyor: “Biz 7.9 şiddetindeki maddî depremi niye bekliyoruz ki? Bir manevî deprem var ondan daha beteri. Öbüründe hiç olmasa ölüyorsun kurtuluyorsun. Bunda öyle değil ki. Yaşıyorsun ve yaşadığın şey yüzünden gençlerin ve çocukların ıztırabını görüyorsun. İşte bu deprem kapımızda!” diyen Ayla Ağabegüm, manevî depremin yalnız şiddetle sınırlı olmadığına da dikkat çekiyor.
Yılların eğitimcisi Ağabegüm’e göre ahlâkî değerlerin yok olması da yaşanan şiddetin başka bir boyutu. Okullarda yaşanan şiddet olaylarının tek sorumlusunun televizyon dizilerinde var olan şiddet sahneleri olmadığını kaydeden tecrübeli eğitimci Ağabegüm,
“Çocuğun hiçbir iyi değerle büyüyememesi de bir parçası bu şiddetin. Yapılan anketlerde şöyle bir sonuç çıkıyor; bütün bu şiddet olayları ekonomik bakımdan çok kötü durumdaki bazı bölgelerde yaşanan hayatın yansıması. Böyle olduğuna göre zaten bu filmlerin o şiddet bölümünü çıkartsanız da bir şey değişmez. Onlarda manevî yapılanmayı yükseltmedikçe şiddet devam edecektir.” diye konuşuyor.
Umarız ki Ayla Ağabegüm gibi bir uzmanın, ehil bir ismin uyarılarına kulak verecek yetkililerimiz vardır… Kulak verirler ve gereğini de yaparlar en kısa zamanda…
“Bu kadarı da fazla!” ama...
Bir ülkede tek başına hükümet düşürmeye yetecek olaylardan birkaç tanesini bir haftada yaşıyoruz da en ufak bir oynama olmuyor ya…
Bundan mıdır nedir; yaşadığımız kimi olayları da yorumlarken, sıkıştığımız anda; “bunların hepsi komplo kardeşim!” dediniz mi de mesele aydınlanıveriyor (!) sanki…
Onun içindir ki; olayın durumuna göre “suçlu” ülkeler buluyoruz hemen!
Meselâ… Katledilen önemli bir insan eğer “ Solcu/Kemalist/ Laik vb.” çizgiden bir isimse, kesinlikle “İran’ın işi” oluyor… Yok; “sağcı/ Milliyetçi/dinî eğilimleri ön plânda v.b.” çizgiden bir isimse katledilen, o zaman “ABD/ İsrail/ Batı” oluveriyor…
İşte bu düşüncelerin uzantısıyla olacak, Denizli’den fakülte arkadaşım Yılmaz, bu konuda bazı hatırlatmalarda bulunan bir derlemeyi internetten benimle de paylaştı… Asıl dikkat etmemiz gereken nokta; hiçbir varsayım için bir çırpıda, “sallamışlar” deyip çıkamayışımız… Hatta olayları hatırlayıp birazcık birbirine bağlamaya çalışınca üzüntüyle de olsa fark edi-yoruz ki akla ters gelmiyor hiçbir olay!
Neyse… Biraz fazla paranoyakça görünüyor olsa da komplo teorilerinin gerçeğe dönüşüp dönüşmediğini bir kere daha düşünmemize yardımcı olmak için hatırlayalım bazı olayları:
Yorumsuz olarak…
Adnan Kahveci / Eski Maliye Bakanı…
Dedi ki; “Bizim bağımsız olmamız için Amerika ve IMF’den kurtulmamız lâzım.”
2 gün sonra trafik kazasında öldü.
Bedri İnce Tahtacı / Saadet Partisi Gaziantep milletvekili.
Dedi ki; “Amerika en büyük engeldir bu ülkeye; istediğini başbakan yapar, istediğini cumhurbaşkanı yapar”
5 gün sonra Gaziantep’e giderken trafik kazasında öldü..!
Turgut Özal / Cumhurbaşkanı.
Dedi ki; “Musul ve Kerkük bizimdir alacağız”
10 gün sonra öldü..!
Eşref Bitlis- Jandarma Komutanı.
Dedi ki; “Amerika’nın İncirlik’ten kalkan uçakları PKK’ya yardım atıyor”
4 gün sonra-eksi 60 dereceye kadar dayanıklı olan helikopter ile Siirt’e giderken helikopteri düştü ve öldü..! Kaza sebebi olarak helikopter motorlarının buzlanması gösterildi! Oysa o esnada hava soğukluğu -11 idi…
Recep Yazıcıoğlu / Denizli Valisi.
Denizli’de uygulama kararı aldı; “Artık bundan sonra cafe ve benzeri yerler İngilizce isim kullanmayacak, yani ‘cafe’ değil ‘kahve’ yazılacak” dedi vee...
1 hafta sonra Ankara’ya giderken trafik kazasında öldü..!
TBMM 1 Mart tezkeresine red oyu verdi. 3 gün sonra İstanbul’un göbeğinde bombalar patladı. Onlarca kişi öldü...
Yüreğim daraldı!
Siz ne dersiniz? Bunca olay tesadüf mü? Yoksa komplo mu?
Tesadüf ise, fazla değil mi bunca tesadüf? Komplo ise de bir ülke üzerinde bu kadar komplo fazla değil mi? Yapanlar açısından da muhatap olarak bizim açımızdan da?
Benim kafam durdu…
26.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|