“Herkesin kalbinde bir vaiz var” hadis-i şerifi kişiyi, doğru yola iletir. Yol alırken, iki tarafı duvar gibi perdelerden örülü bir koridordan geçiyoruz. Perdelerin üzerinde kapı gibi giriş yerleri var. İlâhî nehiy, yola devam edip kapılardan içeri girmememizi öğütlüyor.
Rehber şahsiyet Peygamberimiz (asm), yol göstericisi olduğu o yolu, sırat-ı müstakîm olarak tatbik etmiş. Bu aynı zamanda, Allah’ın bize açık tuttuğu ve amelimizi ona bina edeceğimiz yoldur. Yolun sağındaki ve solundaki perdeli duvarlar ise Allah’ın insanlara getirdiği sınırlardır.
Sınırda kalmak, haddi aşmamak ve haddinde kalıp yürümek bizi Cennet gibi bir menzile kadar götürür.
Yol boyunca ömür sermayemizi tüketiyoruz. Bize bahşedilen hayatın güzergâhında ilerliyoruz.
Perdelerden sağa ve sola açılan kapılardan girmememizi tavsiye ediyor Peygamber-i Zîşan (asm). Yani yolun sağına ve soluna dalmadan, esas yolumuzdan çıkmadan devam etmemiz için ikaz ediyor. Çünkü o kapılar, günah kapılarıdır. Yasaklanan bölgelerdir.
Günah kapılarının açık olması, irademiz tahakkuk etmedikçe ve nefsin hileleri ağır basıp bizi teslim almadıkça bize zarar vermez. Bu kapılar; teyakkuz halinde nefse itimat etmeden Allah’a sığınmamızı ve doğru yol olan İslâmiyet’le yolumuza devam edip imtihan sırrını kazanmamıza vesile olması cihetiyle hikmetlidir.
Tövbe kapısı her zaman açıktır. Buna göre, güneş battığı yerden doğmayana kadar afv ve safv ile dergâh-ı İlâhîye müracaat edip rahmet dilememize müsaade etmesi, lütfundandır.
Bize tayin edilmiş sahada hayatımızı idame etmek, hedefimize yürümek, menhiyattan uzak durmak ve beşerî aklımızın merakaver tuzağına düşüp günah kapılarına yönelmemek, kulluğumuzun nişanesini ve istikbaldeki beratımızın istihkakını nasip edecektir.
Haddinde ve akdinde istikamet duvarlarını zorlamadan ve perdeli arka ufunete meyletmeden hizmet etmenin hidayet tecellîsine mazhar olmak ve şükürle yoluna devam etmek, bir kul için en büyük muvaffakiyettir.
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” âyet-i kerimesi de, yolumuzun tam ekseninde dosdoğru bir şekilde emre itaate sevk ediyor. Peygamberimizi (asm) ihtiyarlatan bu âyetin ağır yükünü anlayarak emanet-i kübraya muhatap olma şerefi veren dinin tebligatına uygun yaşamak, beşerî varlığımızı âlâ-yı iliyyîne çıkarır. Allah katında, en seciyeli, meziyetli ve kıymetli bir dereceye terfî ettirir. Tersi durum, esfel-i sâfilin çukurlarında en aşağı bir sefalete atar.
Yolcuyuz, hayat yolu önümüzde. Yol haritamız çizilmiş. Güzergâhımızın bütün tarifleri yapılmış. Varacağımız menzil de belli. Yaratılış sebebimiz ve sorumluluklarımız da belirlenmiş.
O halde, bize düşen nedir? Oyalanmak mı? Yolun dışına çıkıp kazaya sebebiyet vermek mi? Amacımız dışında ilerlemeyi durduracak ara yollara sapmak mı? Yoksa dümdüz yolda, düzenli bir şekilde yürümek mi?
Bu konuda tercih hakkı bize bırakılmış. Teklif sırrı, irademizle takdirin teşekkülüne sebebiyet veriyor. Fiilin yaratıcısı Allah, taleplerimizi, kudret eliyle cüz-i irademiz vasıtasıyla gerçekleştiriyor.
Böylesi bir serbestliğin mesuliyeti ve iradenin kullanılma şekli bir hesap gününü zarurî kılmaktadır. Bundan kaçış yok. Yolun sonunda, maratonumuzun bütün safhaları ile yüzleşeceğiz. Maksada uygunluğun testi için kaydedilmiş her an, görüntülenecektir. Önümüze konulacaktır.
O hesap gününde, geriye dönüşün olmadığı ve eseflenmenin kâr etmediği bir noktada olacağız. “Keşke toprak olsaydık” nedameti bile kâr etmeyecektir. Bu yolda, salih amel dışında sırat köprüsünü geçmemizi sağlayacak başka bir pasaport yok.
Öyleyse doğru yürümek, istenen şeritte kalmak ve sahil-i selâmete çıkmak bizim en önemli vazifemiz. Ne mutlu bu yolculuğu Peygamber (asm) vuslatı için kullananlara.
26.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|