Dünden devam
Şarkın Oxford’u olarak da anılan Dakka Üniversitesi kampüsünün önünden geçiyoruz. Gerçekten de üniversite havası var. Görülmeye değer. Bangladeş’te okuma yazma oranı düşük ve nüfusa oranla yaklaşık üçte bir olmasına rağmen, Dakka Üniversitesi’nin eğitimi güçlü.
Ve sözünü ettiğimiz alış veriş faslından sonra, derhal havaalanına doğru yol alıyoruz. Havaalanına gelirken, ülkeye ilk girerken edindiğimiz intiba kayboluyor. Ortam hiç de fena değil. Bu arada karnım zil çalıyor. Mustafa Sarker bana tavuklu bir börek alıyor. Çok küçük buluyorum ve dişimin kovuğunda kalıyor. Sonra sebzelisini alıyor, o daha bir güzel. Neyse ikisiyle idare ediyoruz. İkisi, ancak bir porsiyon geliyor. Böylece Bangladeşli ustaların maharetini de görmek nasip oluyor. Bir kez daha gecikmeli olarak kalkan uçağa biniyoruz. Alanda özel şirketlerin uçakları da var. Şimdi Batı Pakistan’a karşı isyanın patlak verdiği bağımsızlığın merkez üssü olan şehre doğru (Chittagong) gidiyoruz. Uçakta İngilizce ve Bengal diliyle yerel gazeteleri dağıtıyorlar. Ve bu arada banttan bir kalkış duâsı okunuyor. Uçakta mango pestili dağıtıyorlar. Tek kelime ile enfes bir şey. Malatya'nın kayısı pestili gibi, ama tabiî ki farklı. Hafif tatlı ve mayhoş tarafı da var. Pestilin üzerinde şu ibare var: Mango-bar. Müsait olsa birkaç kilo alarak Türkiye’ye getireceğim, ama o telâş içerisinde mümkün değil. Yolumuz da uzak. Yeri gelmişken, Türkiye, Bangladeş’ten meyve, sebze kurusu ve muz gibi şeylerin yanında, mobilyada kullanılan bambu gibi ağaçlar ithal edebilir. Bambular çok dayanıklı oluyorlar.
45-50 dakikalık uçuştan sonra ülkenin ikinci büyük şehri olan ve bağımsızlık mücadelesinin merkez üssü Chittagong’a varıyoruz. Şehirde bir karmaşa göze çarpıyor. Buradan da Cox’s Bazar’a üç beş saatlik daha yolumuz var. Bu yolu da yine minibüslerle kat edeceğiz. Muhabere sonucu Ahmed Samir hızlı bir minibüs ayarlamış. Havaalanına indiğimizde temiz ve bakımlı bir alanla karşılaşıyoruz. Ahmet Samir ile birlikte bir şoför ve bir de yedeğini bizi beklerken bulduk. Önce bir camide öğle namazlarımızı eda ettik. Yola çıkmadan bir otelin lokantasına uğradık. Bizi otelin koruması karşıladı. Sakallı, adeta kendisini Suud polislerine veya mutavvalarına benzetiyorum. Lokantaya girdik, gerçekten de nezih ve temiz. Bu kadar temiz olabileceğini tahmin etmiyorum. Ama midem fesad emareleri göstermeye başlıyor.
Arkadaşlar balık ısmarlıyorlar. Leziz balıklar. Daha önce de kuzeyde seyahat ederken, bir lokantanın Çin yemekleri bölümünde enfes balıklar yemiştik. Bura da orasını hatırlıyoruz. Sonra bizi uzun ve meşakkatli bir yolculuk bekliyor. Bindik minibüse ve yollar bizim. Yol boyunca Ahmet Samir ile muhabbet ediyoruz. Ülkede 800 bin Arakanlı varmış. Arakanlı Müslümanlar Budist zulmü ile askerî cunta kıskacında Bangladeş’e kaçıyorlar. Galiba, 1962’den beri durum böyle. Burma idaresi, sınırı mayınlamış. Turistlere de harika tabiat parçası olan bu sınırlarda gelişigüzel gezmemeleri tembih ediliyor. Sınırın mayınlı olmasına ve Naf Nehrinin akıntısına kapılma tehlikesine rağmen, yine de insanlar hürriyetlerine kaçışıyorlar. 25 bin Arakanlı kamplarda sefalet hayatı yaşıyor. Toplam 3 kamptan ikisi Bangladeş ve BM gözetimi altında. Bunlar nispeten rahat ve bakımlı. Ama giriş ve çıkışlar kontrol altında. Müsaadesiz girilmiyor. Tek görebildiğimiz kamp, Nayaparaye kampı idi. Buraya kamp demek kampa hakaret olur. Burası sefalethane. Hayvan bağlasan durmaz. Burası aklıma Victor Hugo’nun, Sefiller kitabını getiriyor. Kitap Arapça’ya Büesa adıyla çevrilmiş. Osmanlılar da Mağdurin demişler. Bir sefalet ki, dibe vurmuş. Murat Yılmaz’ın deyimiyle buradaki sefiller aslında araftakiler. Burma’dan kovulmuşlar, ama Bangladeş’e de kabul edilmemişler. Naf Nehri’nin kıyısında Teknaf’da arafta yaşıyorlar. Fiilen vakıa bu. Bangladeş’te, elbette sefalet var. Homeless/evsiz barksızlar denilenler burada da var. Sözgelimi, 140 milyonluk Bangladeş’te 3 milyon insanın sokaklarda yaşadığı söyleniyor. Bu yine de ABD’deki durumdan iyi. 300 milyonluk ABD de ise, 40 milyona yakın evsiz barksız insanın yaşadığı biliniyor. Sonra buranın havası sokakta yaşamaya da müsait. Ama sefalet, sefalettir. Dakka’da parklarda yaşayanların durumu Teknaf’ta güya kampta yaşayan Arakanlıların durumundan çok daha iyi. Bunun dışında, elbette ülkede fakirlik de var. Bazı aileler ayda 10 dolara geçiniyorlar.
KURNAPHULİ KÖPRÜSÜ ÜZERİNDE
Bangladeş delta ülkesi olduğundan, çok sulak bir ülke. Hindistan'dan gelen nehirler itibarıyla bol köprüye de sahip bir ülke. Bu köprüler arasında en büyüğü Jamuna Nehri üzerindeki Banga Bandha Köprüsü. Bir mühendislik harikası. Devâsâ bir köprü. Dünyanın sayılı köprüleri arasında adı geçiyor. Bize 8 km uzunluğunda olduğunu söylediler. Köprüden geçtikten sonra, ayağında durarak bir müddet seyrettik. Güneye doğru yol alırken, Arakan Müslümanlarının mülteci olarak yaşadığı Naf nehrinin kıyısındaki Teknaf'a doğru giderken, Karnaphuli nehrini geçiyoruz. Nehir değil, sanki işkencehane. Hollandalılar reklâmları olsun diye hayırlarına yapmışlar. Aslında güzel bir köprü. Hatta kadim filmlerdeki köprü figürlerine benziyor. Sinemaskop bir özelliği var. Fransızların Kahire metrosunu yapmalarına benzer bir amaç doğrultusunda yapılmış. Köprünün iskelet aksamı çelik ve sağlam ve estetik, ama gel gelelim köprünün üzerine beton dökülmemiş ve asfaltlanmamış. Kalın tahtalar konulmuş ve o tahtalar ise, yer yer parçalanmış ve nehre yuvarlanmış. Bundan dolayı köprüde yer yer delikler açılmış. Bu deliklerden de köprünün altını, yani nehri görmek mümkün. Sökülen tahtaların yanında başkaları da sökülse, araçların nehre yuvarlanmaları işten bile değil. Kasis ve tümsek niyetine köprüyü ne hale getirmişler!
Araçlar köprüden yavaş geçsinler diye bu eziyeti reva görmüşler. Bizdeki kasisler de aynı şey değil mi? Bunlar yanlışı yanlışla düzeltme çabaları. Şimdi belediyenin yaptığı yan yollar da böyle sayılmalı. Yanlış yanlışla düzeltilirse işte böyle olur. Yanlışlar kambur haline gelir. Kan kanla yıkanmayacağı gibi, yanlış da yanlışla düzeltilmez. Ancak çarpıklık arttırılır. Köprüden geçerken Hollandalıların da bu yardımseverliğini hatırlatan mihmandarımız, ülkeye çok yardım geldiğini, ama iç edildiğini ve kara delikler tarafından yutulduğunu söylüyor.
Kara delikler, elbetteki bürokratik çarklar. Bundan dolayı Dünya Bankası gibi kurumlar Bangladeş gibi ülkelere yardım yaparken ince eleyip sık dokuyor. Yolsuzluk da Bangladeş dünya şampiyonu olmuş. En büyük sebebi de fakirlik ve buna paralel olarak yöneticilerde dinî ve ahlâkî zafiyettir. Yolsuzlukta Endonezya ve Bangladeş gibi ülkeler başı çekiyorlar. Dünya Bankası Bangladeş direktörü Christine I. Wallich fonların yolsuzluğa gitmesi halinde kredileri donduracağı uyarısında bulunmuştur (The Bangladesh Observer, June 18, 2006).
Yolsuzluk Bangladeş'in derin yaralarından birisi. Bangladeş'in İngilizce yayınlanan gazetelerinden birisi olan The Independent, bu hususta gerçekten de güzel bir özeleştiriye yer vermiş. Dakka'dan Sabbir Hüseyin Tenvir adlı okur şöyle yazmış: "Bugün ülkemizdeki yolsuzluklardan ötürü hükümeti suçluyoruz. Ülkemizin iki ana partisine yolsuzlukta bir numara diye suçlama şansına sahibiz. Ancak yolsuzluğun ülkemize kendi eylem ve tutumlarımızla yerleştiğini düşünüyorum. Kimse bize bu partileri veya kadroları dışarıdan dayatmadı ve onları iktidara getiren oyları kim verdi? (17 Haziran 2006, The Independent).
Bizim gibi geri kalmış ülkelerin ortak kaderi sistemleşmiş (established) yolsuzluktur. Göreceli ve nispî olarak diğer meselelerimiz de birbirine benziyor. Bu benzerliklerden birisi de emeklilik yaşının ileriye atılması. Türkiye'de hükümet, çalışanları öldükten sonra emekli etmeyi düşünürken, Bangladeş hükümetinin yaklaşımı da aynı. Bangladeş hükümeti de emeklilik yaşı ile ölüm yaşı arasındaki mesafeyi daha da kısaltmaya çalışıyor. Bangladeş'te normal ölüm yaşı 62 olduğu dikkate alındığında, 59 yaşına uzatılmak istenen emeklilik yaşının mahzurları kendiliğinden anlaşılmış olur. Emeklilikten sonra ölüm yaşına 2 veya 3 yıl kalmış olur (The Independent, 17 Haziran 2006).
— Devam Edecek —
|