Dünden devam
Anadolu ve Balkanlar’a geldiği gibi kısaca bu bölgelere de İslâm Türkistan yoluyla kuzeyden geldi diyebiliriz. Hindistan ve Bangladeş’in durumu veya coğrafi durumu Anadolu-Mezopotamya gibidir. Farisi terminolojisinde Pencap’a kıyasen Bengal Doabda olarak bilinir. Yani Arapça ifadesiyle Biladürrafideyn yani Mezopotamya. Dicle ve Fırat’ın arasında kalan topraklara Mezopotamya denilmiştir. Keza Dicle ve Fırat’a mumasil olarak Ganj ve Brahmaputra (Yerel dilde Padma ve Jammuna)nın arasında kalan verimli topraklar da bu bölgenin Mezopotamya’sıdır. Bu nehirler de Hindistan’dan gelir ve Bengal Körfezine dökülür. Dünyada birçok Mezopotamya vardır. Bunlardan birisi de Seyhun ve Ceyhun arasında kalan verimli topraklardır. Bangladeş’in Mısır’a benzer yönleri de var. Sözgelimi bugünkü Bangladeş havzasını bir dönem Memlüklüler idare etmişler. Tabiî ki bu Memlüklüler Mısır Memlüklüleri değil.
Batı-Doğu Bangladeş’in akibeti de Mısır-Suriye birliğinin akibetine uğramıştır. Doğu-Batı Pakistan ortak devletinin yıkılışı Mısır-Suriye arasındaki (1958-1961) Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin akibetine benzemiştir. Nasır’ın solcu milliyetçiliği ile Suriye’deki solcular gibi, sağcı Eyüp Han ile solcu Avamı Millî veya Muciburrahman arasındaki anlaşmazlık sonucu tarih Bangladeş-Pakistan beraberliğinde tekerrür etmiş ve bu beraberlik Suriye-Mısır beraberliğinin kötü akibetine düçar olmuştur. Bu beraberliğe sonuna kadar ve hatta öldükten sonra da sadakat besleyen tek küme ve zümre her iki tarafta da İslâmî kesimler olmuştur. Bugün dahi bu mesele üzerinden tarihî hesaplaşma yaşanmakta ve yapılmakta ve İslâmcılar bağımsızlığa veya ulusal devletlere sadakatsizlikle suçlanmışlardır.
RÜŞVET VE YOLSUZLUKTA DÜNYA BİRİNCİLİĞİ
Bu arada, geri kalmış ülkeler gibi Bangladeş ve Endonezya gibi ülkeler yolsuzluk kültürüyle anılır olmuş ve göze batmaya başlamışlardır. Bunun sebebi de kokuşmuş yönetici sınıfın siyasî ve malî ihtikârcılığı ve ihtiraslarıdır. Dünya yolsuzluk sıralamasında Bangladeş bir iki defa birinciliği elde etmiş. Burada bir kısır döngü var. Fakirlik ve eğitimsizlik yolsuzluğu getirdiği gibi, yolsuzluk da yoksulluğu beraberinde getirmektedir. Burada kısır bir döngü vardır. Kısır döngü de eğitimle ve eğitimin getirdiği kul hakkı anlayışıyla kırılabilir. Bu kısır döngüyü ancak manevî eğitimle aşabiliriz. Ve bu suretle yolsuzluk olan ülkelere yapılan yardımlarda heba olmaktadır. Bundan dolayı Dünya Bankası gibi finans kaynakları da bu ülkelere yapılacak yardımları bazı kriterlere bağlıyorlar. Sıkı denetliyorlar. Ama asıl denetim Allah korkusudur ve insanlara bunu aşılamak gerekir.
Bu bağlamda, İslâm Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) dönem başkanı Malezya’nın Başbakanı Abdullah Ahmed Bedevi, İslâm ülkelerinin dünyanın en çok yolsuzluk yapılan ülkeleri arasında yer aldığını, bu ülkelerdeki yoksulluk ve kötü yönetimler sebebiyle bu sorunla mücadele etmenin zor olduğunu söyledi.
Bedevi, ülkesinin başşehri Kuala Lumpur’da ilk kez yapılan İKÖ yolsuzlukla mücadele forumunda yaptığı açılış konuşmasında, Müslüman ülkelerin karşı karşıya olduğu kalkınma sorunlarının çoğunun yoksulluk, kötü yönetimler ve sınırlı eğitim imkânlarından kaynaklandığına inandığını belirtti.
Malezya Başbakanı, Uluslar arası Şeffaflık Örgütü’nün 2005 raporunda, 158 ülke arasında en iyi sicile sahip Müslüman ülkenin ancak 29. sırayı aldığını, son 10 sıradaki ülkelerin yarısından çoğunun da Müslüman ülkeler olduğunu hatırlatarak, bu ülkelerdeki mevcut durumun endişe ve üzüntü verici olduğunu ifade etmiştir. Uluslar arası Şeffaflık Örgütü, Müslüman ülkelerin en çok yolsuzluk yapılanlar arasında olmasının İslâmla ilgisi bulunmadığını, bu durumun gelir düzeyinden kaynaklandığını bildirmişti. İKÖ Genel Sekreteri Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu da forumda okunan, önceden hazırlanan konuşmasında, Müslüman ülkelerdeki sorunun sebebinin, bu ülkelerle iş yapan, etik dışı çalışan çok uluslu şirketler olduğunu belirtti.
Aynı gerçeği yolsuzluğun sebebini İslâma bağlamak isteyen içteki bazı kalemlere karşı Hayreddin Karaman da ifade etmiştir. Karaman Hoca Yeni Şafak’ta yayınlanan yazısında bu yanlış anlamalara gerekli cevabı vermiştir.
‘İslâm ülkelerinde yolsuzluk’ başlıklı yazısında bu konuda şunları ifade etmektedir.
Gazeteci sayın Haluk Şahin, “Müslüman ülkelerde yolsuzluk niçin bu kadar yaygın?” sorusuna cevap arayan ve aranmasını teşvik eden bir yazı kaleme almış (Radikal, 30-8-2006). Uluslar arası Saydamlık Örgütü’nün Yolsuzluk Endeksi’nde yerimiz utanılacak noktada bulunuyor. Bunun sebepleri üzerinde çeşitli değerlendirmeler var. Malezya Başbakanı A. Bedevî’ye göre sebep yoksulluk ve kötü yönetim. İKO Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’na göre baş sanık, bu ülkeleri ahlâksızca sömüren Batılı çok-uluslu-şirketler ve ‘haksız küreselleşme’dir. Sayın Şahin bu sebeplerin de önemsenmesi gerektiğini kaydettikten sonra şu düşündürücü tahlili yapıyor: “(İhsanoğlu’nun) söyledikleri kısmen doğru, ama gene bir soru çıkıyor karşımıza. Bu şirketler niçin Müslüman ülkelerde daha rahat iş tutuyorlar? Belli ki, konuyu derinlemesine kavrayabilmek için bu ülkelerdeki egemen kültüre ve bu arada dinin algılanmasına inmek gerekiyor. Meselâ şu soruya: Acaba Müslüman ülkelerde dinin içselleştirilmiş bir ahlâk ve hayat tarzından çok, bir ibadet tarzı olarak algılanması sebeplerden birisi olabilir mi? Özden çok biçime değer veren bir tarzın egemenliğinin rolü ne? Eylemden çok sözün ve görünüşün ödüllendirildiği ve cezalandırıldığı bir ortam asıl etmen olmasın?” Uzun zaman içinde oluşmuş bir sosyal vakıayı tek sebebe bağlamak doğru olmadığı gibi sebeplerin tamamını bulmak da, sebeplerin birbiri ile ilişkisini tahlil etmek de oldukça zordur. Ama İslâm toplumlarında baştan beri böyle bir ahlâk bozukluğunun bulunduğunu kimse söyleyemez. Eskilerden kalma bazı hasletlerimiz, geçmişimizi keşfetme bakımından da belge niteliği taşıyor. Bugün hâlâ bazı Anadolu ilçe ve kasabalarında esnaf, ezan okununca dükkânını kilitlemeden namaza gidiyor. Kul hakkı deyince titreyen ve kılı kırk yaran çok sayıda dindaşımız var. Geçmiş zamanlarda, çocuğunda gördüğü bir kusurun sebebini arayan, yolda bulduğu bir elmayı ısırdıktan sonra bunun helâl olmadığı ihtimalini düşünerek geri çıkardığını, bu arada suyundan yutmuş olduğunu, çocuktaki kusurun bundan kaynaklanmış olabileceğini düşünen takva sahibi Müslümanlar yaşamış. Seferde yabancıların bağlarından üzüm yiyen, parasını da asma dallarına bağlayan ordu mensuplarımızın olduğunu menkıbelerinden okuyoruz... Ama bugün oldukça yaygın bir ahlâkî yozlaşmanın olduğu apaçık ortadadır. Ben başka toplumlarda (din ve kültür mensuplarında) da başka yozlaşmaların bulunduğunu ileri sürerek, kusur ile kusurun meşrulaştırılmasına karşıyım, “Kötü misal emsal olmaz” hikmetini benimsiyorum; bu sebeple o yola gitmeyeceğim.
Sözü uzatmadan sonuca gelmek gerekirse, “bizde ahlâkî yozlaşmanın baş sebebi dinin doğru anlaşılıp yaşanmasının şartlarının yokluğu veya eksikliğidir.” Din öğretim ve özellikle eğitim yoluyla anlaşılır, içselleştirilir ve yaşanır. Bu doğru anlama ve yaşamanın içinde “şekilden vazgeçmemekle beraber ruh ve özün esas olduğu, ruh ve özden uzak ibadetlerin değerlerinin bulunmadığı” da vardır. Hz. Peygamber’in (asm) bu mealde sayısız hadisi mevcuttur. Kur’ân’da yalnız Mâ’ûn Sûresine bile bakmak bunun için yeterli olabilir. Ama İslâma göre “öz ve ruh” da ancak onlara mahsus şekil (vücut, maddî kap) içinde bulunur. Hiçbir kimse namazın şeklini yerine getirmeden onun ruh ve özüne ulaştığını iddia etmesin, ispat edemez. Ve Kur’ân’a göre işte bu bildiğimiz şekliyle kılınan (ancak böyle var olan) namaz ibadeti (yalnız namaz bile) insanı ferdî ve içtimaî kötülüklerden, ahlâkî yozlaşmalardan uzak tutar, kulun kesintisiz olarak Allah huzuru içinde yaşamasını sağlar. Bugün de teorik olarak Müslümanlar şekilperest değildir, ruh ve özün önemine vurgu yapıp dururlar, ama uygulama eğitime bağlıdır...”
— Devam Edecek —
|