Dünden devam
ÇAPRAZ BENZERLİKLER
Türkler'in sadece kılıç kullandıkları, oysa İslâmiyet'in yayılmasında pek fazla rol oynamadıkları bir muhkem kanaat olarak seslendirilir. Bu tez temelden yanlıştır. Türkler İslâmiyete sadece kılıçla değil, fikirle ve onun ötesinde maneviyatla hizmet etmişlerdir. Bosna'da Ayvaz Dede ile, yine o coğrafyada Sarı Saltık gibilere mukabil Hindistan'a tasavvuf ve manevî ekoller Orta Asya, yani Türk illeri üzerinden gitmiştir. O anlamda Türkler, sadece Balkanlar'ın değil, aynı zamanda Hind Altkıt’ası ve mücavir alanının Müslüman olmasında birinci derecede etkili olmuşlar ve hizmet etmişlerdir.
Osmanlılar'dan çok önce Alperenler Bengal topraklarında da görülmüşler ve burada da İslâmiyet'i yaymışlardır.
Şu bir gerçek ki, İslâmiyet'in intişarında ve savunmasında Araplardan sonra en büyük pay Türklerindir. İslâm san’at ve kültürüne hizmette de Farisîlerin payı inkâr edilemez. Onlar da bu alanda yed-i tulâ sahipleridir.
Bazıları, Türkleri mücerret cengâver olarak sayarlar. Bu doğru değildir, onlar aynı zamanda dâvet sahibidirler. Ahmet Yesevî gibiler aracılığıyla İslâmiyetin maneviyatını temsil etmişlerdir. Bunu dâvete de çevirdikleri bir vakıa. Onların çerileri İslâm'a bilek gücüyle, Alperenleri de gönül gücüyle hizmet etmişlerdir.
Orta Asya steplerinden kopan ve gelişen akınlar ve akıncıların bir kısmı Önasya ve Balkanlar'a ulaşırken, bir kısmı da Hind'e ve Bengal'e gelmişlerdir. Sarı Saltık ve Ayvaz Dede gibilere Ömer Lütfi Barkan "Kolonizatör Türk Dervişleri" adını vermiştir. Bu tabir pürüzlü ve yanlıştır. Onlar öncüdürler, ama kolonyalizmin öncüsü değil. Dâvetin öncüleri.
Kasım İbni Muhammed'in Hind'e gelişinden sonra ikinci fütûhatı Türkistan'dan Muhammed Bahtiyar Kilci yapmıştır. Selâhaddin Eyyübî'nin Kudüs'ü yeniden fethinden bir müddet sonra, 1199 tarihinde Bengal'i ele geçirmiş ve Delhi Sultanlığı adına buraları yönetmiştir.
Türkler hem fizikî, hem de metafizikî fütûhatla Bangladeş'in tarihine damgalarını çıkmaz bir şekilde vurmuşlardır. Muhammed Bahtiyar Kilci'nin fütûhatı Gaznelilerin yarım bıraktığı ikinci dalga fütûhatın devamı sayılmalıdır.
Hind'in fethinde Gazneli Mahmud'un unutulmaz bir yeri vardır. Hindistan'a tam 17 sefer yapmıştır. Bunun ötesinde, Hindistan'a en büyük manevî katkıyı Orta Asya kökenli tarikatlar ve tasavvufî hareketler yapmıştır. Bunlar arasında Nakşibendîliğin çok özel bir yeri vardır.
Hindistan'da gelişen yerel tarikat Çiştilik'tir. O da Rufaîlik ile Mevlevîlik arasında bir tarikattır. Mevlevî müziği gibi Kavvalî müziği denilen tarzda bir müzik çeşidine sahiptir. Nusret Fatih Ali Han gibi bu müziğin tanınmış icracıları da vardır.
MİSTİK MÜZİK VE KAVVALİ
Günümüzde Pakistan ve Hindistan'da icra edilen mistik bir müzik türü olan Kavvalî, son dönemde büyük popülarite kazanmıştır. Hem yansıttığı kültürel çeşitlilik, hem de müzik formlarındaki zenginlik ve icra tarzı, Kavvalî müziğini sadece sufî kesimin müziği olmaktan çıkarıp, evrensel bir müzik türü haline getirmiştir.
Özellikle Pakistanlı Kavval Nusrat Fatih Ali Han'ın Amerika, İngiltere, Fransa, İspanya, Japonya ve pek çok Arap ülkesinde verdiği konserlerden başka Michael Brook ve Peter Gabriel'in müzik direktörlüğünü yaptığı albümleri, Kavvalîyi bölgesel ve sadece sufîlerin müziği olmaktan çıkarıp, geniş kitlelere ulaştırmada etkin rol oynamıştır. Mistik müziğin işlevine baktığımızda bu müziğin, ruhanî duyguların daha yoğun hissedilebilmesini, dışavurumunu ve ruhsal arınmayı sağlayan bir araç olageldiğini görürüz.
İlkel kabile dönemlerinde bile ayin, adak, kurban, duâ gibi dinî törenlerin müzik eşliğinde yapıldığı bilinmektedir. Zira müzik eşliğinde yapılan törenler ruhanî duyguların en tabiî ve yalın halinin dışavurumuna imkân sağlar.
Keza dinî müzik, sağladığı farklı bilinç atmosferi sayesinde ruhanî duyguların gizemli yanlarını daha kavranır ve hissedilir hale getirmekte önemli rol oynar. Psikolojik ve estetik bakımdan sürekli evrim geçiren müzik, başta manevî duyguların dışavurum aracı olmuştur; Allah, insan, hilkat/fıtrat, aşk v.b. duygular müzik aracılığıyla tanımlanır ve anlaşılır kılınmaya çalışılmıştır. Ruhanî duygular ve tasavvuftaki mistik sefer, geniş ölçüde bireysel tecrübe ve algılamaya dayanır.
Değişik tasavvuf ekollerince farklı şekillerde tanımlanıp yorumlanan bu bireysel algı ve farkında oluşu kelimelerle anlaşılır kılmak, çoğu zaman dilin sınırları dışına taşmayı gerektirir; zira tasavvuftaki "hâl" durumu, anlatılabilen değil, hissedilebilen bir aşama olarak kabul edilebilir. Bu farklı oluşu anlaşılır kılabilmek için dinleyiciyi farklı bir bilinç ortamına, yani transa geçiren mistik müzikten geniş ölçüde faydalanılır. Çoğu sufî tarikatı müziğin bu gücünden faydalanır.
Sufizm, hakikatın mistik yolla kavranabileceğini kabul eder. Zira hakikat yalın ve somut değildir; Buna ulaşabilmek için farklı bir bilinç atmosferine girmek gerekir ki, müzik bunu sağlayan temel araçlardan biridir. Sufî adetlerinde müzik eşliğinde dans eden kişinin kalbini kutsal aşk sarar ve çıktığı derûnî seferle Yaratıcının yüksek sırrına erişir. Yaratıcı ile kul arasında doğrudan bağ kurmayı amaçlayan sufizm, mistik müziğin sağladığı farklı bilinç ortamı ve gizemli etkileyiciliği ile bu bağı oluşturmayı amaçlar.
Hindistan yarımadasında müziğin gelişimine baktığımızda dünyanın en eski müziğinin bu bölgede yapıldığını görürüz. Zira eski Hintliler müziğin İlâhî kaynağına inandılar. Sesin en saf biçimi, kozmik enerjiye eşit kabul edildi. Böylece müzik ve din her zaman iç içe oldu.
İ.Ö. 2000'lerde ortaya çıkan Hint klasik müziği geleneği, dinî şiirlerden ve Vedik döneminin dinî şarkılarından meydana geldi. Veda adlı 4 kutsal kitaptan biri olan Samaveda (Melodi Bilgisi), dünyanın en eski notaya alınmış ezgilerini kapsar. Hindistan'da sonraları oldukça karmaşık bir müzik kuramı gelişti ve melodi çizgisini simgeleyen raga adlı ses dizileriyle ritmi belirleyen tala adlı ritmik kalıplar doğaçlamayı yönlendirdiler. Raga, makam benzeri bir dizidir.
Klasik Hint müziği notaları sâ, re, gâ, mâ, pâ, dhâ, ni, sâ ve tüm müzik formları Kavvalî müziğinde de kullanılır. Zira Kavval, Kavvalî müzisyeni olmadan önce köklü bir klasik müzik eğitiminden geçerek sesini terbiye eder.
Klasik müzik eğitimi yanında, elbette Kavval olabilmek için İslâm tasavvufu, tarihi ve bilimleri konusunda da bilgi sahibi olmak zorunludur. Hatta Kavvalin tasavvuf erbabından olduğu ve her mutasavvıf gibi bir sâlik olduğu varsayılır. Mevlevihanlar gibi. Ancak bu şekilde onun icra ettiği ve verdiği mesajın samimiyetine inanılır ve onun etkisi dinleyiciler üstünde kendini gösterir.
Nitekim Kavvalî icrasının ortaya çıkma gerekçesi de bu müziğin İslâm mutasavvıf ve ileri gelenlerinin kabirlerinde onları anmak ve onlara saygı sevgi ve bağlılık sunmaktır. Bu sebeple Kavvalî, her ermiş kabul edilen sufînin kabrinde, onun visal yıl dönümünde büyük kalabalıklar eşliğinde coşkuyla icra edilir. Hint dinleri ve geleneklerinde dinî törenlerde müziğin büyük önem taşıdığı görülür. Dolayısıyla dinî müziğin gelişip geniş kitlelerce benimsenmesine Hindu din adamları ve bhagtiler (keşiş)'in büyük katkı sağladığı açıktır. Hint Müslümanları da bu dinî müziğin bölgesel ritm ve melodilerini kendi geleneksel tören müziği olan Sema'ya uyarladılar. Böylece hem Hint dinleri, hem de Müslümanların müzik anlayışlarının sentezi olan Kavvalî türü gelişti.
Mevlevîlerin ma'rifete ulaşma amaçlı sema ayini Kavvalî müziğinin de çıkış noktasıdır. Kavvalî icrasında asıl amaç, temelde Yaratıcıya duyulan aşkı dışa vurmak ve onu daha yoğun hissetmektir. Keza din önderlerine bağlılık belirtme, onları anma ve örnek yanlarından yola çıkarak mesaj vermenin yanında dinî inancı ve manevî duyguları coşturup, pekiştirerek insanları ibadete teşvik etmek de Kavvalînin icra gerekçeleri arasında yer alır. Toplu halde yapılan ibadetle sufîlerin felsefî anlamdaki tek vücut oluşturma amacı, dinî formdaki müziğin gizemli ritmiyle sağlanmaya çalışılır. Dinleyiciler müziğin yardımıyla karşılıklı gizemsel bağ oluştururlar.
Devam edecek
|