Evinize hiç istemediğiniz bir misafir gelirse, siz ne yaparsınız?
Bu sorunun cevabı, önümüzdeki hafta Türkiye'yi ziyaret edecek olan Papa 16. Benedict'i nasıl karşılamamız gerektiği hakkında iyi bir fikir verir.
Asırlardan beridir, Müslümanların misafirperver olduğunu, düşmanı dahi olsa misafire karşı saygısızca davranmadığını, edep ve nezaket kaidelerini çiğnemediğini söyleyip duran biz değil miyiz?
Peki, o halde nedir camilerde, meydanlarda yapılan şu "Papa gelmesin! Papa defol!" sloganlı gösteri, miting ve nümayişleri?
Allah aşkına söyler misiniz: Papa Türkiye'ye zorla mı geliyor? Onu resmen dâvet eden biz, yani bizim cumhurbaşkanımız değil mi? Onu bir "devlet başkanı" ve bir "dinî lider" sıfatıyla dâvet edip misafir etmek isteyen biz değil miyiz?
Yine Allah aşkına, şu suâlin cevabını da vicdanınızda arar mısınız: Papa'yı Türkiye'ye dâvet edenlere karşı niye sessiz ve suskun kaldınız? Neden önce iğneyi kendinize batırmıyorsunuz? Dâvet edeni değil de, dâvet edileni protesto etmek hangi kàide iledir, hangi nezaket, hangi örf, hangi an'ane iledir?
Kısa ve öz olarak neticeyi ifade edelim: Kerhen olsa bile, Papa'ya misafir muamelesi yapmak durumundayız. Başka türlü muameleyle haklı çıkmamız imkânsız. Kendi kendimizi aldatmanın mânâsı yok.
Samimî duyarlılık
Papa'nın Türkiye ziyaretini hoş karşılamayanlardan samimî olan kesimin duyarlılığını saygıyla karşılamalı.
Samimî duyarlılık, Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed'e (asm) ve din–i İslâma karşı saygısızlığı ibraz eden bir hikâyenin nakilcisi olarak, Papa 16. Benedict'i tenkit ve protesto etmeyi, hatta 'istenmeyen papa' olarak kabul etmeyi gerektirir elbet.
Böyle bir tepkiyi, biz de vaktiyle ortaya koyanlardanız. Sözlerinden dolayı geri adım atmasına rağmen, doğrudan özür dileyinceye kadar da, bizim tepkimiz ve tenkidimiz aynen devam edecektir.
Fakat, bütün bunları "misafirlik süresi" içinde askıya almak durumundayız. Kaldı ki, onu misafir sıfatıyla dâvet eden de biziz, bizim devletlûlerimizdir.
Bununla beraber, "Ben ille de protesto edeceğim" diyen varsa, öncelikle ev sahibini protesto etmeli. Aksi halde samimî olduğuna bizi inandıramaz.
Zaten, protestocuların çoğu, ne yazık ki bu ikinci kategoriye girer. Maksadı gösteriştir, siyasîdir, ideolojiktir veya kendini reklâm etmektir; samimiyetle pek bir alâkası yoktur.
Aklın gereği
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, duyarlılık sahibi olmaya eyvallah.
Ama, esas olan, aklın rehberliğiyle hareket etmektir.
Aklın yolu, Türkiye'yi ziyaret edecek olan Papa'yı dışlamaktan, hele hele onu protesto etmekten asla geçmez, geçemez.
Çünkü o, hem bir devlet başkanı, hem de bir dinî/ruhanî liderdir.
Siz onu dışlarsanız, o da gider Musevîlerin yanı sıra farklı mezheplerdeki Rum ve Ermeni dindaşlarıyla kaynaşarak birlik kurar.
Oysa, Hıristiyan mezhepleri arasındaki fark, hele hele Yahudî ve Nasara arasındaki fark, öyle derin bir uçurumdur ki, tarihin hiçbir döneminde onların samimane kaynaşmalarına imkân, fırsat tanımamıştır.
O halde, duyarlılığımız aklın peşinden gitmeli ki, aleyhimizde topyekûn bir "düşman ittifakı"nı kendi elimizle teşkil etmiş olmayalım.
Günün Tarihi
Şapka Kànunu ve yüzlerce idam
25 Kasım 1925: Birkaç aydır Türkiye'nin gündemine sokulan "Şapka kànunu", Meclis'te oylanarak kabul edildi.
Bu kànuna karşı en sert muhalefeti yapacağı tahmin edilen Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, sabahın erken saatlerinde Meclis binasına başında şapkayla geldi. Böylelikle, red cephesinin planlarını suya düşürmüş oldu.
Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi'nin de, bu kànun istikametindeki "dinî fetvâ"yı imzalamasının ardında, Anadolu'nun muhtelif vilâyetlerinde büyük infialler yaşandı.
Şeyh Said, aylar önce Diyarbekir ve Bingöl çevresinde çok kanlı geçen bir direniş hareketini sergiledi. Kànunun Meclis'te kabul edilmesiyle birlikte, bu kez Türkiye'nin diğer bölgelerinde direniş ve protesto gösterileri başladı.
Ancak, gösteriye katılanlar, en sert müdahalelerle bertaraf edildi. Başta Erzurum ve Rize olmak üzere Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon ve Gümüşhane'de çok vahim hadiseler yaşandı. Buralarda binlerce insan ağır cezalara çarptırılırken, yüzlercesi de idama mahkûm edildi.
Gariptir ki, şapkaya karşı direnen Trabzon halkı üzerine bomba ile gidildi. Trabzon'un bazı kesimleri, Hamidiye Zırhlısı tarafından topa tutuldu.
Bu dönemde idam cezasına çarptırılanlardan biri de, cumhuriyetin ilânından evvel şapka hakkında bir kitapçık neşreden İskilipli Atıf Efendiydi.
Atıf Hocanın idam edilmesinin gizli bir diğer gerekçesi ise, vaktiyle İslâm–Teali Cemiyetinin üst düzey yönetiminde faal olarak çalışmış olmasıydı.
Kànun metni
28 Kasım 1925'te Resmî Gazetede yayınlanan 671 nolu "Şapka kànunu"na dair metinde şu maddeler yer aldı:
Madde l) Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idare–i umumiye ve mahalliye ve bilumum müessesata mensup memurîn ve müstahdemîn, şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da umumî serpuşu şapka olup, buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet men eder.
Madde II) İşbu kànun, neşir tarihinden itibaren muteberdir.
Madde II) İşbu kànun, Büyük Millet Meclisi ve icra Vekilleri Heyeti (kabine) tarafından icra olunur.
25.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|