Geçtiğimiz cuma günü bir Öğretmenler Gününü daha geride bıraktık. Acısıyla tatlısıyla geçirilmiş koca bir yıl daha geride kaldı öğretmenler için. Her zamanki gibi, belki öğretmen için biraz buruk; ama hep ümitli konuşmalarla hatırlandı öğretmenlik. Belki de Ceyhun Atıf Kansu’nun dizelerinden çıkan, “Beni bilse bilse çiçekler bilir dostlarım / Niçin yaşadığımı onlara söyledim / Çiçeklerde açar benim gizli arzularım” türünden duygular vardı tüm öğretmenlerin iç âleminde. O hâlde kim bu çiçekler? Renkleri, kokuları, endamları nice şu aralar? Toplumun demet demet çiçekleri, öğretmen denen meçhul kahramanın döktüğü göz nuruna cevap olarak ne veriyorlar? İşte sorgulanması gereken, daha doğrusu toplum olarak hepimizin sorgulaması gereken nokta burasıdır?
Evet, ben 24 Kasım’ı sadece öğretmenler için değil; toplumun tüm kesimi için bir hesaplaşma günü olarak görüyorum. Herkesin evvelâ kendini sorguya çekmesi, bir iç hesaplaşmaya girişmesi olarak algılıyorum. Yani bir bakıma eğitim, irfan, ilim ve bilgi gibi çağın gereklerinin odak noktasında bulunan öğretmenle ilgili algılamalarımızın ne olduğunu tam olarak ortaya koymamız ve ona göre belli iyileştirmelerde bulunmamız gerektiğini söylüyorum.
Bir öğretmen belki geçim sıkıntısına katlanır, etrafının, çevresinin kendisine eskisi kadar değer vermemesine o kadar önem vermeyebilir; ama üstüne titrediği, incinmesini dahi istemediği, devamlı başarılı olup önce kendisine sonra çevresi ve dolayısıyla vatana faydalı birey olarak yetişmesini istediği öğrencisinden saygı görmedi mi, ahlâkî zâfiyetleri karşısında perişan bir vaziyete düştü mü, işte buna dayanamaz. Daha birkaç ay evvel internet ortamında ve ekranlarda dolaşan görüntülerin, öğretmenlerin ne denli zor bir durumla karşı karşıya olduklarını gözler önüne sermektedir. Bir öğrencinin, öğretmeninin kolundan tutup da masasına geçmeye çalışması, öğretmenini olur olmaz ahlâk dışı hareketlerle çileden çıkarması türünden davranışlarda bulunması, bu 24 Kasım ve haftasında üstünde durulması gereken konulardan birisidir? “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” (Hz. Ali) türünden sözleri ihtiva eden bir medeniyetin evlâtlarının, tek gayesi öğretmek olan öğretmene böylesi bir tutumda neden bulunduğunu irdelemek, toplum olarak sorumluluklarımız arasındadır.
Kutsal mı? Önemli mi?
Son günlerde belli belirsiz bazı yerlerde, “Öğretmenlik kutsal değil, önemlidir. Çünkü kutsal olan bir şey tartışılmaz; inanırsın, olur biter” gibisinden tartışmalara şahit olduğumdan buna değinmemin gerekliliğine inanıyorum.
Aslında bu iddiayla ilk karşılaştığımda, “Hey Allah’ım, bir ilim ve irfan mesleği olan öğretmenliğin kutsallığı ne zamandan beri önemliliğe indirgendi?” diyesim geldi. Üstelik kutsallığın tartışılmazlığı gibi bir düşüncenin yanlışlığı da apaçık ortadayken… Hayır efendim, asıl kutsal olan tartışılmalıdır ve kutsal olduğu sürece, bence her tartışma o kutsalı yüceltecektir. En basitinden bizim kutsallarımızdan olan Kur’ân-ı Kerim, muarızları tartışmaya davet etmiyor mu? Delilleriyle birlikte, mahiyetinin aksini ispat etmeye dâvet etmiyor mu? İspat edemedikleri takdirde, onları doğru yola dâvet etmiyor mu? Bu bağlamda öğretmenlik de kutsaldır. Ve kutsallığını koruduğu müddetçe, ki koruyacaktır, elbette her tartışma kendisinin yüceliğinden hiçbir şey eksiltmeyecektir.
Sanırım öğretmen ve öğretmenlik deyince, Sokrat’ın, “Dünyada her şeye kıymet biçilebilir. Ama öğretmenin eserine kıymet biçilemez” diye ifade ettiği düşüncesi söylediklerimizi, paylaştıklarımızı özetler niteliktedir.
Tüm öğretmenlerin Öğretmenler Gününü tebrik ederim…
26.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|