Son dönemlerdeki anlam daralmasından ya da toplum nazarında bazı ölçülerin değişmesinden dolayı gurur, iftihar mânâlarıyla karıştırılarak rağbet edilen bir değer haline getirilmiştir. Halbuki gurur; kaçınmamız gereken kibir ve büyüklenme mânâlarına daha yakındır.
Gerçekte gurur bir aldanmadır. Çünkü acz ve fakrdan müteşekkil fâni bir insanın gururlanması ve kibirlenmesi maddî-manevî bir çok şeyden mahrum olması demektir. İşin esasına bakıldığında kendi nefsi ya da kavmi adına menfi mânâda iftihar duymak ve övünmek de gurura yakındır ve kayıptır, dünya barışı için tehdittir.
İnsanın en önemli imtihanlarından birisi de bu gururdur. İnsanlık tarihine bakıldığında insanların ekseriyeti gurur ve kibir yüzünden hakka ve hakikate karşı inad edip ayak diremişler, güç ve kudretlerini dayanılmaz; ilim ve irfanlarını aşılmaz zannederek; cehalet karanlığında kalmışlar ve nice zulümlere sebep olmuşlardır. Fakat en sonunda kendilerinde vehmettikleri ile birlikte yerle bir olmaktan kurtulamamışlardır.
Peygamberimizin (asm) İslâmı tebliğ etmeye başladığı ilk yıllarda, müşriklerin İslâma karşı mukavemet etmelerinin en önemli sebeplerinden birisi de, tüm zamanlarda olduğu gibi, kendilerine yakıştırdıkları zenginlik, asalet ve sınıf farkı gibi statülerden dolayı gurur ve kibirleriydi. Etrafındaki herkesi köle olarak gören, fakirlere ve zayıflara, kadın ve çocuklara ya da başka kavimlere zulmeden ve aşağılayan müşriklere, aşağıladıklarıyla birlikte saf tutup Âlemlerin Rabbi için secdeye gitmek, toprak seviyesinde olmak çok ağır gelmişti. Halbuki gâfil insan, eninde sonunda toprak seviyesinden de daha aşağıya gömülmekten kendisini kurtaracak bir çıkış yolunu henüz bulabilmiş değil.
Kur’ân, başları havada, burunları güya Kaf Dağındaki müşrikler için, Kalem Sûresinde: “Yakında biz onu, o hortumunun üzerinden damgalayacağız” diyerek onların gurur ve kibirlerini yerle bir etmiştir. Âyetteki “hortum” tabiri ilginçtir. İslâma muhalefet edenlerin, anûdane ayak direyenlerin ve burunları doğrultusunda gidenlerin, Nuh deyip peygamber demeyenlerin, gurur ve inatta aşırıya ne kadar çok gittiklerini teşhir edercesine burunlarının büyümesinin artık “hortum” gibi yakışıksız bir hale geldiğini ifade etmiştir. Gurur ve kibirleriyle hem gülünç duruma düştüklerini ve ayrıca da bu dünyada dikkat ehlinin ve halkın nazarında mânen, âhirette ise maddeten de damgalanacaklarını ve rezil olacaklarını ilân etmiştir.
Âyetin nazil olduğu zamanlarda sadece filin ve sivrisineğin hortumu meşhurdu. Şüphesiz her şey yerinde güzeldir; fil için zarafet ve avantaj olan, insan için farklıdır. Günümüzde ise hortumun, sömürüde teşkilâtı kurup devamlılık ifade eden Batıda “sifon etkisi” ve bizde de hortumculuk olarak kullanılan tabirlerin de hissesi olsa gerektir. Avrupa kâfirleri ve Asya münafıkları, tıpkı filler ve sivrisinekler gibi maddî-manevî yer üstü zenginliklerinden petrol gibi yer altı zenginliklerine kadar her şeyi çekip hortumlayanlar ve kanlarını emenlerin varlığı ve İslâma karşı mağrurane inatları bu çağın hususiyetlerindendir.
Aslında hakka ve hakikata karşı inadın esasında imansızlık, en azından iman zaafı yatmaktadır. Ene ve zerre risâlesinde de olduğu gibi küfrün ve iman zaafının iki çıkış noktası vardır. Kur’ân’a muhalif felsefe ve ondan ders alan tabiatçılık da, tıpkı müşriklerin kendilerinde vehmettikleri güç ve kudret gibi, tâ eski Yunan’dan itibaren zerrelerde ve atomda her şeyi idare eden bir güç vehmetmişlerdir. Mesnevî-i Nuriye’de “Bahusus o esbâb-ı tabiiyenin üssü’l-esâsı hükmünde olan cüz-ü lâyetecezzadaki kuvve-i câzibe ve kuvve-i dâfianın içtimalarının hortumu üzerinde, bir muhaliyet damgası var” denilerek, tabiî sebeplerle bir araya gelmesi muhal olan güçleri bir araya toplayan İlâhî güce dikkat çekilmiştir. O çok büyüttükleri güçlerin de Cenâb-ı Hakkın emrinde olduğu ve aksinin ise “zerrelerde, Eflâtun kadar bir şuur ve Calinos kadar bir hikmetin ispatı” ile mümkün olduğu yani bâtıl olduğu damgalanarak, mühürlenerek âleme ilân edilmiştir.
Ene yani “ben” cephesinde ise, bilindiği gibi Risâle-i Nur’da bu hususta geniş izahlar vardır. Konumuzla alâkalı olarak Mesnevî-i Nuriye’de şöyle bir ifade daha geçmektedir: “Ey şek cephesinde, gaflet gölgesinde istirahate çekilen biçare! Gaflet serinliğinde, şek içinde zevk ettiğin lezzeti lezzet sanma! O zehirli baldır. Az bir zaman sonra Cehennemî bir azaba inkılâp edecektir. Eğer âlâmın lezâize, nârın nura inkılâp etmesi emelinde isen, evkat-ı hamsede rükû ve sücud kancasıyla gururun hortumunu bük, sık, başını kır, imanı doldur. Sonra âyâta tefekkürle tâate devam eyle ki, şek ve gaflet perdeleri yırtılsın.”
Demek ki, iki cihan saadetini yok eden gurur ve kibir hortumunu parçalamak için, Âlemlerin Rabbinin her emrinin önünde mütevazi bir şekilde eğilmek ve önünde beş vakit secdeye gidebilmek gerekiyor. Semaya yükselecek kadar büyümek istiyorsak, “mü’minin miracı olan secde” en kısa ve tek yol.
27.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|