İkisinin ne diyeceği de önemliydi. Çünkü biri kongreden, diğeri önemli bir cenaze töreninden çıkıp gelmişti.
Biri Başbakan Erdoğan’dı, diğeri ise CHP lideri Deniz Baykal. Gündemleri de hedefleri de farklıydı, ancak ikisi de partilerinin grup toplantılarında konuşacaklardı. Önce Başbakan Erdoğan konuştu AKP grubunda. Ancak başbakandan önce danışmanlarının önemli mesajları vardı.
AKP kongresinde ısrarla partisinin bir “uç değil, merkez parti” olduğunu savunan, MKYK’da başörtülü kadın üye sayısını azaltıp, başı açıkların sayısını arttıran Erdoğan’ın bu tavrı yorumlanmaya muhtaçtı. Erdoğan’ın siyasî danışmanı Ömer Çelik, “Merkez sağ demiyoruz. Merkez partisiyiz” diye konumlarını tarif etti.
Bir dönemler Özal, “oynak merkez” teorisini ortaya atmıştı. Muhafazakârlık yükselirse oraya, milliyetçilik yükselirse o tarafa, liberal ya da sosyal demokrat değerler cazip hale gelirse oraya yönelecek bir “oynak merkez” ama tutmadı. Hatta ANAP zamanla dört eğilimini de muhafaza edemedi. Güneşin cazibesi devam ettiği müddetçe etrafında gezegenler onun etrafında dönüyor, aynı şekilde siyasî kurumlar da gücü muhafaza ettiği sürece çekim alanı oluşturabiliyorlar. Yoksa, bırakın merkez olmayı Karşıyaka Mezarlığının tenhalığına terk ediliyorlar.
Ancak kendini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlayan bir partinin, merkeze yönelmesinde yadırganacak bir şey yok. Ama merkezi başörtülü sayısını azaltıp, başı açıkları arttırmakta aramamak lâzım.
Erdoğan kongrede ne mesaj verirse versin, tüm değerlendirmeler onun cumhurbaşkanlığı için güçlü bir sinyal verdiği yönündeydi. Danışmanı Ömer Çelik de bunu reddetmedi. “Sayın başbakanın Çankaya’ya çıkıp çıkmamasından öte cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Türkiye’nin normalleşmesinin temel taşlarından biri olması gerekir” şeklinde bir yaklaşım getirdi. Burada Erdoğan’ın en yakınındaki isim adaylığını reddetmiyor. Ancak onun kadar önemli bir tesbiti vardı Ömer Çelik’in; cumhurbaşkanlığı seçimleri Türkiye’nin normalleşmesinin temel taşlarından biri olmalı. Evet olmalı. Darbelere, rejim sorunlarına, devlet içi tasfiyelere kadar varan bir geçmişi var cumhurbaşkanlığı seçimlerinin. Türkiye seçimlere 1 yıl kala, gerilimler yaşamaya başlıyor. Artık bunu aşacak olgunluğa ulaşması gerekiyor 83 yıllık cumhuriyetin...
Başbakanın kongre konuşması çok parlak değildi. Grup konuşmasında da AKP iktidarının başarı tablosunu anlattı. AKP yönetiminde bir süredir, “Başarılı icraatlarımızı anlatamıyoruz” gibi bir sıkıntı var. Belki Erdoğan da bundan dolayı iktidarları döneminde başarılanları anlatıp, önlerine daha yüksek hedefler koyduklarını söyledi. Ecevit’in cenazesinde karşılaştığı, “Türkiye laiktir, laik kalacak” şeklindeki sloganlara, kongre konuşmasında, “Futbol maçı gibi her yerde tekrarlanıyor” diye tepki göstermişti. Dün de ürkek bir şekilde, “Diyoruz ki gelin, enerjimizi içerde boşaltmayalım. Bu kavramlarla ülkemizi germeyelim, bu kavramlarla ülkede kamplaşmalara fırsat vermeyelim. Bu kavramlarla millî meselelerimizde ortak olmamız gerekirken, buralardan birilerine çıkar, menfaat sağlamanın yollarını açmayalım” diye bir çağrı yaptı.
Erdoğan’dan sonra rotayı CHP grubuna çevirdik. Baykal’ın diyeceklerini takip etmeden önce Rahşan Ecevit’in bir açıklaması geldi. Ecevit’in cenazesinde aile yakını olarak gösterilip, taziyeleri kabul eden protokolde kendisine yer verilen Can Dündar’a yaptığı açıklamada Rahşan Hanım, “Eşimin hayali bir ittifak arayışıydı. Orada da o oluştu” dedi. Orada dediği cenazedeydi elbette ki. Ecevit’in rahatsızlanıp hastahaneye yattığı sırada tura çıkıp, cephe çabalarına giren Rahşan Hanım bundan eleştiri almıştı. Ecevit ise hastalanmadan önce ittifak için Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in ismini ortaya atmış, ancak bu çok fazla rağbet görmemişti. Rahşan Hanım dünkü açıklamasında, ittifak konusunu partilerin de ayrı ayrı düşünebileceğini söyledi, ama bir irade ya da eylem takvimi şimdilik kaydıyla ortaya koymadı.
Peki Baykal’ın cephesinde ne vardı?
Cenazedeki tabloyu, “Ecevit’in son hizmeti” olarak tanımladı CHP lideri. Sonra asıl konuya geldi. 2 yıl önce yaptığı, “Cumhuriyete sahip çık” çağrısını hatırlatıp, cumhuriyetin demokrasi ile bütünleşmesi, demokrasinin ise cumhuriyete sahip çıkmasının gerekli olduğu bir dönemi yaşadığımızı belirtti ve “El ele vermek zorundayız. Laikliği seven, Atatürk’ü seven, cumhuriyeti seven herkes el ele vermeli” dedi. Yetinmedi konuyu biraz daha açtı. Sözlerinin adresi adeta DSP lideri Zeki Sezer ve Rahşan Ecevit’ti.
“Alışılmış siyasî parti işbirliği, ittifak olayı değil” dedi. Sonra bu konudaki özenini ortaya koyan, “Olayı oraya çekmek yanlış olur. İhanet olur” sözlerini kullandı.
Baykal’ın bu çağrısını gündeme getirirken bir noktanın altını çizmek gerekiyor.
AKP’nin kadrolaştığı ve laikliği hedef aldığı şeklindeki sözlerinden sonra, “Biz karşısına silâhla değil, oyla çıkacağız. Sözle, siyasetle” dedi.
Demokrasi bu işte.
Baykal’ı, hizipçiliği sebebiyle CHP’yi terk etmek zorunda bıraktığı Ecevit’in ölümünden solda birlik adına pay kapmakla suçlayabiliriz. Doğru ya da yanlış. Ama, AKP’ye karşı mücadelesinin ve solda ittifak arayışının temelini silâha, askere mesaja değil, siyasete, demokrasiye dayandırdığını da teslim etmek zorundayız.
Ecevit’in cenazesinden solda birlik umutları yeşerir mi, bu mümkün değil. Ama bunun demokratik bir çağrı olduğunu da bir yerlere not etmek gerek.
15.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|