İlkel vahşi kabileler, “tanrı”larını memnun etmek için kurban verir.
Modern toplumlar da “put”larını memnun etmek için “kurban” verir.
Arada hiçbir fark yoktur.
Tüketimin çılgınlığın motoru sayılan reklâm sektörünün iki hedefi var:
Biri kadın,
Diğeri çocuklar.
Reklâm dünyası tüketimi körüklemek için toplumun yücelttiği bu iki değerli varlığı hedef alır.
Bunun için de “televizyon”u araç olarak kullanır.
Tüketim fırtınasına kapılan bu güzide varlıklar, ne yazık ki, televizyonun sihirli dünyasına kapılır. Çünkü televizyon bir araç değil, amaçtır onlar için.
Televizyon kendi “star”larını oluştururken, bir yandan da toplumun “aile değerleri”ne dinamit patlatmaktan geri kalmaz.
Mukaddes değerler... gelenek-görenek... aile bağları... kimin umurunda?
Televizyon için en kutsal değer(!): rating!
Şimdi gelelim sözkonusu habere:
Bir gazete manşetten vermiş.
“Umutsuz ev kadınları” diye. Bu başlık, CNBC-e’de yayınlanan bir dizinin ismi. Amerika’da küçük bir kasabada problemli bir grup kadının başından geçenleri anlatıyordu.
Gazete “geçim sıkıntısı yaşayan” kadınların “dramını(!)” yansıtmak için olacak bu ifadeyi kullanmış.
Efendim, konumuz televizyondaki ödüllü dansöz yarışması...
Eşinden ayrılmış, geçim sıkıntısı çeken çocuklu anneler, çareyi “dansözlük” yarışmasına katılarak buluyormuş.
Dört anne, 50 bin YTL’lik ödülü kapıp çocuklarına bakabilmek için milyonların karşısında yarışıyormuş.
Bunu bir de “dramatize” etmiyorlar mı?
Meselâ, çiçekçilik yapan İzmirli bir kadın, daha önce de dansöz yarışmasına katılmış, 9 yaşındaki oğlu istemediği için yarı finalist seçilmişken yarışmadan çekilmiş... Oğlundan izin alıp bir kez daha Oryantal Star’a katılan anne, sunucu dansöz Tanyeli’nin “Hayatında bir değişiklik var mı?” sorusunu cevaplandırırken, çocuğunun babası tarafından devlet yurduna verileceğini söylüyor (atv).
Ünlü dansöz Tanyeli sesini yükselterek “Çocuğunuzu yuvaya verecekseniz o zaman doğurmayın” diyerek “toplumsal mesaj” vermeyi de ihmal etmiyor. Sonuç: İlk 11’e giremiyor.
Bir başka hikâye:
Kadın, eşinden ayrılmış ve çocuğunu besleyip büyütme derdine düşmüş... O da umudu bu yarışmada arayanlardan...mış.
Mantığa bak:
“Belki ‘yıldızım’ parlar da kazandığım parayla çocuğuma güzel bir gelecek kurarım.”
Ailesini ikna etmek zor olmuş ama sonunda ekrandaki görüntülerle onların da gönlünü almış...mış.
Bir başka kadın, “Çocuğumu geri alabilmek için eski eşimle yeniden birleşemem, beni aldattığı için midem kaldırmıyor. Ama yarışmayı kazanırsam, maddî gücüm olursa çocuğumu işte o zaman alabileceğim” diyor.
Bir başka kadın daha:
“2 çocuğum için buradayım. Eğer yarışmayı kazanırsam bu benim kurtuluşum olacak, çocuklarımı yanıma alacağım.” (Vatan, Tülay Şubatlı)
Kazanamadan kaybedenler bunlar.
Röportajlarda hep “umut” vaad ediyorlar. Sanki yarışmayı kazandıklarında bütün sıkıntıları bir anda bitecekmiş gibi aptalca bir maceraya giriyorlar.
Geleceğini kurmak için milyonlarca insanın huzurunda en “sakil” vaziyeti takınanlar nasıl “anne” olabilir? Böyle birşey var mı?
Bu kadınların “bilerek” yarışmaya sokulduğunu düşünüyorum. Hem yarışmayı dramatize etmek için, hem de toplumumuzda “anne” denen mukaddes varlığı mümkün olduğu kadar “dejenere” etmek için.
Bunun başka izahı olamaz.
15.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|