Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Aile

Elektrik kesintileri olmasa sohbet etmeyi unutacağız

Ancak ben televizyonun zararıyla ilgili daha farklı bir konuya değinmek istiyorum. Geçenlerde akşam ailece oturmuş, yine beyinlerimiz uyuşmuş gibi televizyon izlerken elektrikler kesildi. Vah, tühlerden sonra başladık mum ışığında oturmaya. Çocuklar da normalde sıkılırlarken, korkularından gidemediler içeri odalara. Sonra bir bakmışız, çok güzel sohbet ediyoruz. Eşimle “Birbirimizle sahi uzun zamandır şöyle ailece tatlı bir sohbet etmemişiz” dedik.

Televizyon bağımlısı olduğumuzdan beri, artık ailemizle iletişimde kurmaz olduk. Hepimiz televizyonu izliyor ve sadece televizyonla tek taraflı bir iletişimi tercih ediyoruz. Elektrik kesintileri de olmasa, korkarım sohbet etmeyi unutacağız.

Siz de bu kampanyanın bir parçası olabilirsiniz!

Televizyon yayınlarından her türlü rahatsızlığınız için RTÜK 444 0 178 nolu telefonu arayabilirsiniz.

Ayrıca bu konudaki tepkilerinizi, görüş ve tekliflerinizi: [email protected] adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz.

27.12.2006


Minik Göz’ün yalanı

Tüylü Sincapla, Minik Göz Şempanze neşe içinde parkta oynuyorlardı. Kaydıraktan kayıyorlar, salıncakta sallanıyorlar, kumlardan şekiller yapıyorlardı. O kadar yaramazlardı ki, terleyinceye kadar koşarlar, sonra da sırayla birbirlerini sırtlarında taşırlardı.

İki afacan, güzel bir günü beraber yaşadıktan sonra evlerine dönüyorlardı. Minik Göz’ün gene düşmüştü çenesi. Habire konuşuyor, her yaşadığını arkadaşına anlatıyordu. Yürüdükleri yolun ilerisinde ise, küçük bir çukur vardı. Minik Göz heyecanla konuştuğundan orayı fark etmedi ve düştü. Üstü başı kirlendi.

Tüylü, arkadaşını öyle görünce çok üzüldü. Ona yardımcı olabilmek için etrafında dört dönüyordu.

Minik Göz bir müddet oturduğu yerden kalkamadı. Üstelik de bacağı çok acıyordu. Pantolonu toz içindeydi. Gömleği de çok kirlenmişti. Sürekli ağlıyordu. Arkadaşı Tüylü yanına oturarak onu sakinleştirmeye çalıştı.

“Tamam, artık ağlama. Hadi kalk, yavaş yavaş eve gidelim.”

Minik Göz eve gitmeyi duyunca gözlerini kocaman açtı. Ve

“Anneme ne diyeceğiz?” diye sordu.

“Olanları anlatacağız. Başka ne diyebiliriz ki?”

“Hayır, ben istemiyorum. Annem ‘daha yoldaki çukuru bile göremiyorsun’ diyerek kızar. Bana ne, başka bir şey söyleyelim.”

Minik Göz çok korkuyordu. Annesinin kızacağını zannediyordu. Arkadaşının yardımıyla oturduğu yerden yavaşça kalktı. Ayağı çok acıyordu. Üstelik de bacağı kızarmıştı.

Topallaya topallaya eve gittiler. Minik Gözün annesi onları öyle görünce heyecanla sordu.

“Ne oldu sana? Ne bu halin?”

“Hıhh, hıhh... Anne vallahi ben hiçbir şey yapmadım. Bakkal Fare Amcanın arabası yanımızdan geçiyordu. Tekerleği yerdeki çamura pat diye girince benim üstüm kirlendi. Hepsi bu kadar .”

“Tamam, ağlama. Tüylü senin kıyafetin kirlenmemiş. Yoksa beraber değil miydiniz?”

“Eee... Şey...”

Tüylü ne söyleyeceğini bilemedi. Olanları anlatsa arkadaşı çok korkuyordu. Arada kalmıştı. O esnada Minik Göz hemen atıldı.

“Hayır anne. Tüylü o esnada... ııı... O esnada... Şey... Şey yapıyordu.”

“Ne yapıyordu?”

“Şey işte... ııı... Hee çiçek topluyordu. Sana getirecektik. Ama telâştan nereye koyduğunu bilemedi. Bu yüzden onun üstü temiz. Ben gidip kıyafetlerimi değiştireyim.”

Tüylü hayret etmişti. Arkadaşının bu kadar yalan söyleyebileceğini hiç tahmin etmiyordu. Üstelik yemin etmişti. Bakkal Fare Amcanın yapmadığını, yaptı diye söylemişti. Yani iftira atmıştı. Bu ise çok kötüydü.

Ama Minik Göz gayet rahattı. Çünkü istediği olmuştu. Annesi dediklerine inanmıştı. Böylelikle de kızmamıştı. Bunun için sevinçliydi. Hemen mavi şortunu giydi ve ıslık çalarak odaya girdi. Arkadaşına fiyakalı bir göz kırptı. Ee ne de olsa annesini atlatmıştı. En azından o öyle zannediyordu.

“Evlâdım bacağına ne oldu?”

Minik Göz bu soruyla irkildi. ‘Eyvah’ dedi içinden.

“Olamaz. Nasıl da unuttum. Ama bu... Hayır... Ne yapacağım şimdi? Anneme ne diyeceğim?”

Minik Göz, bacağındaki kızarıklığı unutmuştu. Şimdi ise, çıkış yolu arıyordu. Çok utandı. Kalbi küt küt atıyordu. Annesinin karşısında renkten renge giriyordu. Tek bir kelime bile söyleyemedi. Çünkü yalanın ne çıkışı vardı, ne de kaçışı. Başını önüne eğerek olanları teker teker anlattı.

En çok kulakları kızarmıştı. Annesinden özür diledi. Ve üzülerek bahçeye çıktı. Tüylü de yanındaydı. O da çok üzülmüştü.

“Sana bir şey söyleyeyim mi ?”

“Eğer yanlış yaptığımı söyleyeceksen söyleme. Çünkü biliyorum. Eğer ki bacağımdaki kızarıklılığı unutmasaydım. Annem bir şey anlamayacaktı.”

“Hiç de bile. Sen öyle san. Biliyor musun sen yalan söylediğinde kulakların kızarıyor. Bence bundan sonra hiç deneme. Değilse ailenin güvenini kaybedersin. Benden söylemesi.”

Minik Göz kulaklarının kızardığını duyunca şaşırdı. Böyle bir şey olabilir miydi? Ama ne olursa olsun çok utanmıştı. Ve bir daha böyle bir yanlışı yapmayacağı için kendi kendine söz vermişti.

[email protected]

Betül Rüveyda Otman

27.12.2006


Kadınlar yuvalarına dönmeli, ama nasıl?

Toplumda büyük çatışmalara ve fikir ayrılıklarına sebep olan kadının çalışması/çalışmaması mevzusu, çok cihetlerle ele alınması gereken geniş bir mevzudur. Fakat maalesef bu tartışmanın içine giren kesimler, duruma tek yönden ve kendi cephelerinden baktıklarından olay halledilememektedir. Bu konuda cevap bulması gereken sorular daha çok: “Kadın çalışmalı mı, çalışmamalı mı?”’dan çok “Kadın çalışacaksa nerede, nasıl bir ortamda, hangi durumlarda çalışmalı?” olmalıdır. Yoksa insanlar olayı nefsî olarak değerlendirmektedirler.

Kadının çalışmasını/çalışmamasını

savunan kesimler

Kadının çalışması ve çalışmaması gerektiğini savunanlar tek bir görüş sebebiyle bu konuda fikir beyan etmiyorlar. Meselâ kadının çalışması gerektiğini düşünen kesimlerden feministler: Kadınların erkekten bir farkı olmadığı, hatta ondan üstün oldukları ve toplumsal hayatta erkeğin olduğu her yerde kadının da olması gerektiğini savunduklarından kadının çalışmasını istemektedirler. Yine kadının çalışmasını savunan kesimlerden birisi de modern-dindar kadın ve erkeklerdir ki; bunların bir kısmı kadının çalışmasının “hizmet” bakımından gerekli olduğunu, diğer bir bölümü de toplumda çalışan dindar kadınların sayısının artması gerektiğini düşündüklerinden bunu savunmaktadırlar. Kadınların çalışmaması gerektiğini savunanlar da iki kesime ayrılmışlardır: Birincisi gelenekçi-adetçi kesimdir ki; bunlar “kadının dışarıda işi yoktur, evinden dışarı çıkması abestir” gibi kadının ev işleri dışında hiçbir şeyi doğru dürüst yapamayacağını savunan sığ bir görüş sebebiyle kadınların çalışmaması gerektiğini savunurlar. İkinci kesim ise; iş hayatının yorucu ve bunaltıcı yapısının kadını yıprattığını, kadın için en huzur verici yerin evi olduğu ve çocukların yetişmesinde en büyük rolü kadının üstlendiğini düşündüklerinden çalışmaması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu kesimler içerisinde görüş birliği olsa da dünya görüşleri bakımından birbirlerine karşı olduklarından ortak bir noktada buluşamamaktadırlar.

Kadının çalışmasına

hangi durumlarda cevaz vardır?

Kadının çalışması ve çalışmaması konusunda, gerekçeler sunulurken olaya fıtrî açıdan yaklaşmak, İslâmî açıdan en uygunudur diye düşünüyorum. Zira bu konuyu Risâle-i Nur’da ele alan Bediüzzaman, konuya tamamen bu açıdan yaklaşmıştır.

Kadının vazife-i asliyesini (asıl vazifesi) ele alacak olursak, kadına fıtrî açıdan en uygun yerin evi olduğu aşikârdır. Zira Bediüzzaman Lemaat’da bunu, “Şer’-i İslâm (İslâm kanunları) onları Rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı ailede.” (1) diyerek, kadınların en rahat ve huzurlu oldukları yerin evleri olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman İslâmın kadınları eve dâvet ettiğini dile getiriyor, fakat bunu “her durumda böyledir” diyerek söylemiyor. Kadının fıtratına en uygun olan yerin evi olduğunu anlatıyor. Kadının iki durumda çalışabileceğini de Tesettür Risâlesinde beyan ediyor. Birinci durum; eğer ki kadının geçimini karşılayacak biri yoksa, meselâ dul kalmış veya kocası onu terk etmiş ise, haline kanaat ederek, iffetini bozacak mekânlara girmeden geçimini temin edebileceğini söylüyor. İkinci durum ise; sırf geçimini sağlamak için, kendine uygun olmayan, zalim ve ahlâksız bir kocanın tahakkümü altına girmektense, nafakasını, iktisat ve kanaatle, kendini satmadan karşılaması gerektiğini dile getiriyor. (2) Çünkü kadının vazife-i asliyesi evinin düzenini sağlamak, çocuklarını kendisine dercedilen ve erkekte onun kadar bulunmayan şefkat ile yetiştirmek ve kocasına muhalif hareket etmemektir. Çalışma, evin geçimini sağlama vazifesi ise, erkeğe verilmiştir. İşte kadının ve erkeğin vazife-i asliyeleri, muhakkak ki fıtratına uygun olduğundan onlara uygun görülmüştür. Bu bakımdan kadının çalışmamasını onun ezikliği ve basitliği gibi görmek hiç de doğru bir düşünce değildir. Zira kadın için asıl önemli olan gerçek vazifelerini yerine getirebilmesidir.

Çalışan bir kadın asıl vazifesini muhakkak yerine getiremez mi? Tabiî ki getirebilir. Kadının evini ve çocuklarını aksatmadan çalışabileceği işler de vardır. Fakat maalesef bu tip çalışma alanları çok kısıtlıdır. Evine ve çocuklarına yetişse de çalıştığı ortamda kendine namahrem olan insanlarla muhatap olması, eşler arasında kıskançlık babında sorunlara yol açmaktadır. Bu konuda kadının çalıştığı yer ve şartlar için eşinin gönlünün rahat olması sorunların azalması bakımından önemlidir. Fakat erkeğin, kadının çalıştığı yer için içinin huzurlu olmaması, eşler arasında birçok soruna sebep olacağından çalışma öncesi kadın ve erkeğin birbirlerini ikna etmeleri de çok önemlidir.

Sonuç

Kadının çalışması veya çalışmaması konusunda kişisel düşüncelerin ön plana çıkarılması, mevzunun sığ tartışmalara sebep olmasına ve belli bir yere varamamasına sebep olacağından, kişilerin referans olarak İslâmî kaideleri ölçü almaları, sorunun çözümünde büyük katkı sağlayacaktır. İslâmî kaidelerden kasıt ise, kadın ve erkeğin fıtrî özellikleri ve vazife-i asliyeleridir. Buna göre kadının vazife-i asliyesi evinin düzenini sağlayıp çocuklarını yetiştirmek ve kocasına muhalif davranmamaktır ki, kadının fıtratının da iktiza ettiği budur. Erkeğin vazife-i asliyesi ise, evinin maişetini temin etmekle birlikte, eşini ve çocuklarını muhafaza etmektir. Bu da zaten erkeğin fıtratının gerektirdiği bir durumdur.

Ayrıca kadının çalışıp çalışmamasından çok, hangi ortamda, nasıl bir işte çalıştığına, asıl vazifelerini yerine ne derece getirebildiğine ve kocasının eşinin çalışmasına ve çalıştığı yere dair rızasının bulunmasına son derece özen gösterilmelidir.

Dipnotlar:

1- Nursî, Bediüzzaman Said, Sözler/Lemaat, sf.668, Yeni Asya Yayınları

2- Nursî, Bediüzzaman Said, Lemalar, 24. Lema

[email protected]/ www.risaleforum.com

Cemil YÜZER

27.12.2006


Sağlığınız için doğru kurbanlık hayvanı seçin

Kurban Bayramı’nda herkesin genellikle kendi kestiği hayvanın etini tüketmesi sebebiyle, kurbanlık hayvanın yağlı-yağsız, sert-yumuşak gibi et özellikleri sağlık için büyük önem taşıyor.

Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi ve Gıda Mühendisleri Odası Konya Şubesi yetkililerinden alınan bilgiye göre, yaklaşan Kurban Bayramı’nda, ağız tadıyla ve sağlık sorunu yaşamadan kurban eti yiyebilmenin ilk adımını, doğru kurbanlık seçimi oluşturuyor.

Kişilerin özel durumlarına en uygun kurbanlığı seçebilmeleri için Türkiye’de yoğun olarak tercih edilen kurbanlık hayvan türlerinin genel et özellikleri hakkında bilgi sahibi olmaları gerekiyor.

Büyükbaş hayvanlar kurbanlık tercihinde ilk sırada geliyor. Uzmanlara göre yeni doğum yapmış ineklerin eti sert oluyor. Bu sertlik ineğin yaşı ve yaptığı doğum miktarınca artıyor. İnek etinin en önemli özelliğini, etin bünyesindeki su oranının düşük olması oluşturuyor.

Doğum yapmış ineklerde, hayvanın vücudu süt oluşturma düzenine geçtiği için yağ oranı daha yüksek oluyor.

Doğum yapmamış olan inekler ise ‘’düve’’ olarak adlandırılıyor. Düvelerde böyle bir sorun bulunmuyor. Düveler henüz doğum yapmadığı için kendini geliştirme anlamında enerji topluyor.

Kesim noktasına yeni erişmiş bir dananın et özellikleri, düveyle aşağı yukarı aynı özellikleri taşıyor. Dana etinin kas yapısı biraz daha geniş oluyor, ancak aralarındaki bu fark da sertlik ve yağlılık açısından önemli bir farklılık oluşturmuyor. Vazgeçilmez kurbanlık tercihleri arasında yer alan küçükbaş hayvanların et özellikleri ise kendi arasında farklılık gösteriyor. Keçi eti, koyun etine göre daha sert oluyor ancak keçi eti, koyuna göre daha az yağ ihtiva ediyor. Kuzu eti ise küçükbaş hayvanlar içinde en düşük yağ oranıyla çok daha kaliteli bir et özelliği gösteriyor.

Uzmanlar sağlık için, mümkün olduğunca genç hayvanların ve az yağlı eti olan hayvanların tercih edilmesini tavsiye ediyorlar.

27.12.2006


Keçi sütü anne sütüne en yakın besin

Anne sütü emmeyen veya inek sütüne karşı alerjisi olan bebek ve çocukların beslenmesinde aileler sıklıkla sorunlar yaşamakta, ne yapacağını bilememektedir. Yapılan araştırmalar ortaya koymuştur ki anne sütüne en yakın ve bebek bünyesine en uygun besin keçi sütü.

Sütün bilinen yararlarının yanı sıra keçi sütünün bilimsel araştırma ve gerçeklerle belirlenmiş üstünlükleri olduğunu vurgulayan uzmanlar keçi sütünün anne sütüne en yakın kullanılabilir besin olduğunu, keçi sütündeki yağ molekülleri daha ufak ve proteinlerinin oluşturduğu pıhtı daha yumuşak olduğu için sindiriminin inek sütünden daha kolay olduğunu belirtiyorlar.

Yapılan araştırmalar, keçi sütünün stres, gerginlik ve sinirsel sebeplerle oluşan hazımsızlık, kabızlık durumlarında da yüksek B1, B2 vitamini muhtevasıyla yararlı olduğunu ortaya koymuştur. Bizim tavsiyemiz doktor kontrolünde tüm bebek ve çocukların keçi sütüyle beslenmesidir.

Fatma KARAKISA

27.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004