Saplantı şeklinde kafamıza yerleşen bazı düşünceler, günlük hayatımızı yönlendirmekte, insafsızca yargılara varmamıza sebep olmaktadır. Araştırmadan, insanın hareketlerindeki gerçek yönlendiriciyi keşfetmeden, sadece kendi zanlarımıza göre hareket eder ve insanlar hakkında hüküm verirsek, vicdanların kabul etmeyeceği sonuçlara varırız. Bu sebeple insaf düsturunu elden bırakmamak gerekmektedir.
Olaylara insaflı bir nazarla bakarsak ve yanlış yargıların kul hakkını çiğnememize sebep olabileceğini düşünerek hareket edersek, o zaman insanlar hakkında olabildiğince doğru hükümlere varabilme imkânına sahip olabileceğiz. Aksi takdirde saplantılarımıza ve kötü zanlarımıza göre insanları değerlendirme yanlışına düşmemiz her an mümkün olacaktır.
Karşımızdaki insanların hakkımızda kötü zan beslememesini, hakkımızda yanlış hükümler vermemesini istediğimiz gibi, aynı şekilde bizlerin de olur olmaz zamanlarda insanların arkasından konuşup hukuklarına tecavüz etmememiz gerekir. Duygularımıza, siyasî tarafgirliklerimize göre insanları değerlendirme hakkına sahip olmadığımızı bilmemiz gerekir.
Yıllar önceki hadiselerden dolayı bazı kişiler hakkında kafamızda oluşturduğumuz zanların ilânihaye kafamızda yer etmesi bizleri zalim konumuna düşürebilir. Zira hem kafamızdaki o zanlar yanlış olabilir, hem de o insanlar geçmişteki hatalarını tamir ederek daha müsbet bir konuma gelmiş olabilirler. Her iki durum da bizlerin yanlışlara düşmemize sebep olabilir. Şayet gerçekten düşüncelerimizde haklı olabilsek bile, sohbetlerimizi kişilerin hatalarını konuşma üzerine bina etmememiz gerekmektedir.
Kendilerini yenileme ihtiyacını hissetmeyenler ve her şeyi herkesten daha iyi bildiklerini düşünenlerin yapacağı şey, sâir insanların hareketlerinde yanlışlıklar aramak ve kendi kemallerini başkalarının hatalarında aramak olacaktır. Böylelerinin zihnini ve düşüncelerini tamamen fitneler yönlendirecek ve bunlar hatalarını görmeme hastalığına yakalandıkları için doğruları hep yanlış yerlerde arayacaklardır.
Başta fert olarak bizlerin, arkasından da toplumun fitnelerden arınmış kafa yapılarına ihtiyacı bulunmaktadır. İyi bir insan olmanın gereklerini yerine getirebilmemiz için her şeyden önce zihinlerimizdeki fitnelerden kurtulmamız gerekir. Bizler kendimizi kurtarabilme imkânına kavuşabilirsek, büyük ölçüde toplumun da düzelmesine katkıda bulunmuş olacağız.
İslâm inancının insanlar hakkında tecessüse, yani hata ve kusur arama zihniyetine ve gıybete meydan vermemesi, iyilik ve güzel düşünmenin hep esas alınması; hem fertlerin hem de toplumun fitnelerden, bozgunculuklardan uzak kalması ihtiyacından doğmaktadır.
Bilhassa İslâm inancı hesabına, kötü zan beslemenin ve kendini kusursuz görüp başkalarının kusurlarını aramanın kabul edilebilir tarafı bulunmamaktadır. Mensuplarını güzel zan beslemeye memur eden bir inanç sistemi olan İslâm dini, insanlar arasındaki iyi ilişkileri, her türlü huzur için gerekli kılmıştır.
“Dostlarla mürüvvetkârâne muâşeret, düşmanlarla sulhkârâne muâmele” düsturu, ayrı inançtan da olsa insanların huzur ve barış içinde yaşayabileceği gerçeğini bize hatırlatmaktadır.
Kötülüklerle mücadele azmimizi devam ettirmek ve iyilik duygularımızı daha da ileri götürmek için zihinlerimize yerleşen fitne kalıntılarını kazımamız gerekir. Dünya hayatının bir imtihandan ibaret olduğunu bilen insanlar olarak her yerde, her mekânda karşımıza çıkan fitne ateşlerini söndürmek için büyük gayret göstermemiz gerekmektedir.
Temennî ederiz ki, hatalarının farkına varan ve zihinlerdeki fitnelerin insanı kusurlu bir konuma getirdiğini unutmayan ve bunların hep zarar kazandırdığını bilen insanlardan olalım. Yoksa bizler kendimizi dört dörtlük bilirken, şeytanların hayatımızdaki hâkimiyetleri her gün biraz daha artacaktır. Derken bizler, gövdesinde kurtçukların hüküm sürdüğü çürük ağaç kovuklarına dönüşeceğiz. Aydınlıkları yakaladığını düşünen insanların karanlıklarla karşı karşıya gelmesi ânındaki hâletinin insana verdiği hayal kırıklığına düşmememiz temennisiyle bugünlük sohbetimize son verelim…
26.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|