Dine saygılı olduğunu öteden beri bildiğimiz CHP eski genel sekreteri, sol kökenli Ertuğrul Günay ile Millî Görüş çizgisinden gelen Mehmet Bekâroğlu’nun yeni bir siyasal yaklaşımın öncülüğüne soyunmaları ve adı dindar solculuk diye nitelenebilecek bir oluşumun çekirdekçiğini oluşturmaları ilk elde kulağa hoş geliyor, ama başarılı olacağa pek benzemiyor.
Türkiye’nin siyasal ve ideolojik süreci, başka ülkelerdeki süreçten çıkış noktaları, gerekçeleri ve yapılanması açısından farklı ve nevi şahsına münhasır bir çizgi oluşturduğundan dolayı, böyle bir girişimi benzer olaylarla ve hareketlerle kıyaslayarak başarılı bulmak fazla iyimserlik, hatta hayalperestlik olur diye düşünüyoruz.
Bir kere Türkiye coğrafyasında adını sol ve sosyal demokrat diye belirleyenlerin sol ve solun türevleri alanında hiçbir yazılı kültürü ve bilgi birikimi yoktur. Daha basit ve kısa söyleyecek olursak bizim solcularımız hiçbir zaman için Marks, Lenin, Mao öğretilerini okuyarak solcu olmamışlardır. Bir düşünce analizi ve sentezi sonunda solculuğu seçmiş değillerdir. Tamamen taklit ve sloganik bir atmosfer içinde solculuğa talip olmuşlardır. Sloganlarla düşünce ve fikir sistemlerinin dejenere olduğunu herkes bilir. Sol bu anlamda daha doğarken dejenerasyona uğramış ve benzerine başka yerde rastlanmayan bir din karşıtlığı, inanç düşmanlığı ile özdeşleşmiştir. Bir Menemen psikozu bile epey ipuçları verir bizdeki solun yapısallığı hakkında.
En büyük hatayı da İslâm dinini Batı’daki Hıristiyanlık, ruhbanlık ve kilise hakimiyetine karşı verilen mücadelede, hiçbir tahlil ve ayrıştırma yapmadan aynı yaklaşımı Hıristiyanlıktan tamamen farklı olan İslâma karşı uygulamaları yani muhalefetleri olmuştur. Sözgelimi, nihilist filozof Neitzche’nin aslından tamamen uzaklaşmış ve krallarla papazların sömürü aracı olarak kullandıkları ve rasyonaliteye pek uymayan üçlü tanrı inancına reddiye babında “Ve Tanrı öldü” deyişini olayın künhüne vakıf olmadan bizim solcularımız “Allah öldü” şeklinde algılayarak tarihî yanılgıya düşmüştür.
İslâmcı sol ya da bizdeki adıyla siyasal İslâmcılara gelince, onlar zaten İslâmın kendi iç dinamiklerine dayanarak sosyal ve siyasal hadiselere çözüm getirmek yerine, solculuğun ve solun değerler felsefesini esas kabul ederek İslâmı bu elbiseye göre kesilen ve yontulan bir beden gibi uygulamaya çalışarak daha başlangıçta yanlışlar zincirini başlatmışlardır. İslâmı solculuğa adapte etme şeklinde ifade edilebilecek bir strateji hatası yaparak dâvâyı doğarken boğmuşlardır. 70’li yıllarda İslâmcı gençliğin, Mao’cu ve Leninci gençler gibi askerî parkalı, botlu kıyafetlerle gezmeleri, ellerinde-bellerinde silâh ve sopayla İslâma hizmete yeltenmeleri, devrimci marşların notalarıyla aynı sesi veren yani bestesi aynı, güftesi başka güdük bir taklitçilikle siyaset arenasında boy göstermeleri henüz hatıralardan silinmedi. Arap sosyalizminin bir nevi Türkiye’ye uyarlanmış, Filistin menşeli sunumuyla Türkiye’de dine ve dindara da hayli sıkıntılı yıllar yaşatan bu anlayış, sonunda miadı dolmuş âlet gibi bir süre kullanıldıktan sonra mazinin tozlu raflarındaki yerini almıştır.
Bu yeni oluşum ne kadar iyi niyetli olursa olsun, hitap ettiği seçmenlerin içinde bulunduğu kavram kargaşası, destek beklenen kitlenin potansiyeli, siyasal konjonktür ve tarihî gelişim trendi açısından geç kalmış bir hareket olduğu kadar, siyasal beklentiler açısından bir boşluğu dolduracak, yeni bir rüzgâr estirecek vizyon ve misyonda sayılmayacağından, geleceği açısından iyimser olmak çok güç gibi.
21.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|