Ne diyeyim, bugünleri de göreceğim varmış. Eskiler “Merd-i kıptî şecaat arz ederken, sirkatini söylermiş” yahut “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” türünden sözlerle karşılık verirmiş böylesi eleştirilere. Evet evet; bu ve benzeri sözler, olsa olsa ünlü(!) Mehmet Ali Erbil için söylenecek türden. Bana kalırsa, daha incesini bulmak için sözü Teyyo Pehlivan’a bırakmak lâzım. Şüphesiz, “Yalan da var, hılaf da” diyecektir safiyetle…
Mesele, Mehmet Ali Erbil’in, “kendince” halkın izleme seçimini, pek de san’atsal bir değeri olmayan Kanal 7’de çıkan “Fıkralarla Türkiye” programının yönünde kullanmasıymış. Sadece o kadar da değil; yine, ona göre Türkiye’nin sayılı büyük kanallarından olmayan birinin izlenmesi de yanlış bir şeymiş. Sormak lâzım: Kime göre büyük? Kime göre küçük? Ama şimdilik değil; çünkü hazretlerin bir de karşılaştırması varmış. Ekrana yeniden dönüş yapan Bir Demet Tiyatro’nun “Fıkralarla Türkiye” programından daha az izlenmesini garipsemiş. Ve bundan yola çıkarak, Türkiye’de san’at adına bir şey yapılamayacağını da engin(!) bilgisiyle ortaya koymuş. Dahası, bir de böyle bir seçim yapan millete de ancak soğan ve tuz verilmesi gerektiğini salık vermiş. Vay, vay vay…
Anlaşılan, meşhur “pantolon indirme” hadisesinden sonra hazret bir anda neyin san’at olacağını, neyin de olmayacağını iyice fark etmiş(!) Aslında toplum önünde bu denli genel ahlâka aykırı bir hareketin san’atın hangi ahlâkına sığacağını bu eleştirisinden önce dile getirseydi, tuzun yaralara birebir olduğunu, soğanın da utanç duygusundan yoksun olanların burunlarına yaklaştırıldığında hafif sızlamayı beraberinde getirdiğini anlayacağından, böyle bir şey de söylemezdi. Kaldı ki, Bir Demet Tiyatro’nun Fıkralarla Türkiye programıyla karşılaştırılması da abes. Eskiler buna kıyas-ı fâsid derler. Yani her biri kendi makamında ayrı bir değere sahip olan nesnelerin karşılaştırılması abes bir meşguliyetten öte değil. Bunun yanında, bir programda usta oyuncuların bulunması, o programın izlenmesini zorunlu kılmaz ki? Bir bakıma, sapla samanı karıştırmak gibi bir şey bu.
Peki nedir bu Fıkralarla Türkiye programı? Neyi anlatır? Erzurumlu Teyyo Pehlivan’ın maceraları ekseninde ekrana taşınan nedir? Fıkralarımız. Yani kültürümüz, edebiyatımız… Yapılan iş; gelenek, görenek, dünya görüşü, hayatı algılama biçimi gibi halkın ortak zekâsının ürünü ve bütünüyle kültür ve edebiyatımızın zengin bir birikimi olan fıkraların ekrana taşınması değil mi? Bizden olan, bizi anlatan; bizi bize, bizim dilimizle anlatan; çarpıklığı, yanlış düşünceyi, yalanı-dolanı “müstehcene” kaçmadan, “bel altı esprilerine” başvurmadan ince bir espri temeline dayanarak sosyal hayatta ortaya çıkan her türlü olumsuz durumları dile getiren fıkraları o kadar hor görmek, insanı çıktığı kabuğu beğenmeyen civciv durumuna düşürmez mi? Mehmet Ali Bey bilmez belki; bence böyle bir eleştiri yapması, ortak zekâdan beslenen mantık, akıl, bilgi ve seviyeliliğin ortaya koyduğu hazırcevaplılığa aklı ermediğindendir.
Bana kalırsa, bunca yıldır hep dile getirdiğim projelerden olan, kültür ve edebiyatımızın birikimini teşkil eden böylesi halk ürünlerini âdeta canlandırarak ekrana taşıyan Kanal 7 ve program ekibi, takdir edilecek bir çalışma yapmışlardır. Bu yüzden, Erbil misâli, “Ne oluyor Türkiye’ye?” deyip şaşkınlıkla eleştirmek yerine, halkın bu izleyişinin altındaki sebebe bakmak gerekir. Çünkü kim ne derse desin, hemen herkes san’at adına rezaletten öte bir şey yapmayan “kişilerin” yaptığını unutmak isterken, Teyyo Pehlivan’ın, “Bende yalan yok, hılaf da yok” deyişindeki masumiyeti diline pelesenk etmiş durumda bile.
Bir iki sivrisinek vızıltısının ne önemi var?
17.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|