Amerika’daki sağlık sistemi işleyişinin Türkiye’nin sigorta hastanelerindeki kuyruk çilesini aratmayacak türden olduğunu ve hatta bazı doktorların tıp fakültesi okuyup okumadıkları konusunda şüphe götürür tarzda davranışlar takındıklarını, bütün bunların da insana, “Benim canım memleketimin güzide doktorları nerede?” dedirttiğini biliyor muydunuz?
“Yok öyle değildir aslında, bana öyle denk gelmiştir, onlar işinin ehli olmasa bir sürü insan tedavî olmak için bu ülkeyi seçer mi?” gibi düşünceler ardı arkası kesilmeyen tecrübelerle sabitleşince, ben de kendimi bu konu hakkında yazmak zorunda hissettim.
Sadece “özel hastalıklar”ın (kanser gibi) tedavisinde, teknolojinin gücünden de azamî faydalanarak, dünya çapında söz sahibi olmuş olmalarını takdirle karşılıyorum. Yalnız benim anlatmak istediğim sorunlar, nedense, geçici ya da sıradan sayılabilecek, üzerinde durulmazsa ciddileşecek hastalıkların tedavisi sürecinde yaşanıyor.
Her şeyden önce Amerika’da sigortasız hastahaneye gitmek, neredeyse açık çek imzalamak gibi birşey. Sanki araba ya da gayrımenkul satın almışsınız gibi evinize fatura geliyor. Hastahane faturasını gördüğünüzde küçük dilinizi yutmamak için iyi-kötü bir sigorta almak şart.
Özellikle hafta sonları ya da tatil günlerine denk gelen zamanlarda (maazallah) hastalanmaya kalkarsanız vay halinize. Hastahanelerin acil bölümlerine gitmek ve hastalığınıza numara vermek zorundasınız. Yani 1’den 10’a kadar hangi şiddette hasta olduğunuzu ve acınızın tarifini yapmanız gerekiyor. Diyelim ki, kazara üç ya da beş gibi bir rakam verdiniz, hayırlı olsun! En az beş saat beklemeniz gerekecek. Acile gitmiş olabilirsiniz, ama hastalığınız acil değil, üzgünüz. (Üzgün olduklarını hiç sanmıyorum) Nerede benim memleketimin 24 saat açık poliklinikleri, hey gidi hey!
Tabiî siz bunu okuyunca hemen, “Trafik kazası geçirmiş, ölüm kalım savaşı verenler dururken, basit bir mide bulantısını ya da karın ağrısını mı tedavî edecekler?” diyebilirsiniz. İşte şaşılacak olan şey de bu, hiç öyle acil hasta falan yok. Her şey çok sakin yolunda gidiyor. Ama siz bekliyorsunuz, bekliyorsunuz, zaman akıyor.
Hadi siz şimdi Allah’ın sevgili kulusunuz diyelim, o yüzden hafta içi normal bir vakitte rahatsızlandınız. Doktora gidiyorsunuz, sanki bedavaya ya da yeşil kartla muayene olacakmış gibi saatlerce bekliyorsunuz (önceden randevu alsanız bile) ve inanılması güç ama, öyle hastahane dışına taşan uzun kuyruklar da yok. Kuyruğu bırakın, bu hastahane terk edilmiş herhalde dedirtecek kadar kimsesiz bir ortam var.
İşin can alıcı kısmına daha gelmedim, şimdi sıkı durun, o kadar beklemenize değiyor mu sizce? Yok efendim, nerdeeee! Doktor hanım-bey geliyor, şikâyetinizi soruyor. Buraya kadar klasik. Burdan sonrası ise kamera şakası gibi.
Doktor: Hımmmmm! Evet semptomlar yeterli değil, başka bir belirti yok mu?
Hasta: Yok.
Doktor: Hımmmm, üzgünüm, yani sebebini bilmiyorum, çok özür dilerim.
Hasta: Efendim? Nasıl yani?
Doktor: Anlamadım sorunun ne olduğunu, bence siz hasta değilsiniz!
Bir arkadaşımdan duyduğum ise tam trajik bir olay. Doktor her zamanki gibi hastalığı çözememiş ve hastayı evine göndermiş. Hastanın apandisiti patlayacakmış az daha ölümden dönmüş.
Bütün bunların sebebi ise herhangi bir yanlış teşhiste hastaların doktorlara ödenmesi neredeyse imkânsız rakamlarda tazminat dâvâsı açmaları. İşte bu yüzden doktorlar da sigortalı olmak zorunda. Olan, “Yanlış teşhis koyarsam, yandım” korkusu taşıyan doktora değil, derdine bir hal çaresi arayan hastaya oluyor.
11.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|