Türk aydınlar, bugün dünden daha cesurâne konuşuyor.
Özellikle, liberaller ve "sosyal demokrat" kesimden aydınların son zamanlarda sergilemiş olduğu medenî ve merdane çıkışlar, cidden alkışlanmaya değer cinsten.
Bunlar, söz ve yazılarıyla "kapu gibi tabu"lara rahatlıkla iliştiriyorlar, tabuların meddahlarını eleştiri bombardımanına tutuyorlar, dikleşmeye kalkışanları ise adeta yerden yere vuruyorlar.
Dahası, geçmişin yanlışlarını, "dokunulmaz hatalar"ını sorgulamaktan hiç çekinmiyorlar.
Meselâ, 1925–45 arasını tek parti diktasını "adam gibi" sorguluyor, hatta bazen yerin dibine batırıyorlar.
Esasen, eğriyi doğruyu olduğu gibi tarif ve tavsif ediyorlar. Üstelik, kimseye yaranmadan ve kimseden de çekinmeden...
Prof. Atilla Yayla'nın, yazar Engin Ardıç'ın, usta kalem Altan kardeşlerin son zamanlardaki bâriz çıkışını bu cümleden saymak mümkün.
Aynı cesaret kervânına katılan, şüphesiz daha başka aydınlar da var.
Bu demokrat aydınları, medenî cesaretlerinden dolayı tebrik ederken, bilvasıta tetiklenmekte olan gelişmeleri hayra yorduğumuzu da, ayrıca ifade etmek isteriz.
Tersine bir gelişme
Liberaller ile sosyal demokrat kesimde görülen ve doğrudan "ilerlemeye tekabül eden" bu hayırlı gelişmenin aksine, dindar veya muhafazakâr görünümlü kimi şahıs ve gruplarda ise, ne yazık ki tam da "gerilemeye tekabül eden" bir takım vaziyetler gözlemleniyor.
Bunlar, meselâ gazete köşelerinde, tv ekranlarında, yahut miting meydanlarında boy gösterip, kaskatı birer "Kemalist" kesilebiliyorlar.
Öyle ki, Kemalistlikte Ecevit'e özenenler bile var; onun tarzında başına bir kasket geçirip meydanlara çıkarak, meselâ...
Şüphesiz, bunların bir çoğu takıyye yapıyor. Bir kısmı ihaleye girmiş, almış olduğu işin yükünü çekiyor.
Bir kısmı da, tam bir "aşağılık kompleksi" içinde debelenip duruyor.
Bu yüzden, yazıp söyledikleri hiç de inandırıcı olmuyor. Yani, yüz defa dâvâ edip "Biz Kemalistiz" deseler, yine de esas Kemalistleri inandıramazlar.
Onun için, yazıp söylediklerinin bir kıymet–i harbiyesi yoktur.
Ama, "dinci kimlikli" olmayanların, bu konuda söylediklerinin, yazdıklarının pekâlâ bir kıymet–i harbiyesi vardır. Vardır ki, onların medenîce çıkışları essah Kemalistleri şiddetle rahatsız ediyor.
Çünkü, kendilerini avutmak için de olsa, onlara "dinci, gerici, yobaz takımı" falan diyemiyorlar.
Bu yüzden de, fikren mukabele edemedikleri bu kimselere sadece kızıp duruyorlar.
Kızgınlıkları ise, bazen had safhaya çıkıyor ki, bu da–keskin sirke misâli–dönüp kendi küplerine zarar veriyor.
Evet, Kemalistler, bütün bu gelişmeler karşısında sadece kızıp öfkeleniyorlar, hiddetlenip küplere biniyorlar ve bu ruh haleti içinde hop oturup hop kalkarak, o köhnemiş küpleri de birer birer kırıyorlar.
Bu gidişle, turşu kurmak için olsun ellerinde sağlam küp kalmayacak gibi...
TIK
1946 seçimlerinde "açık oy,
gizli tasnif" komikliği yaşandı
İnönü demokrasiye falan geçmedi ki!
İnönü, kendi diktasının yerine 'başka bir diktanın gelebilmesinin' önünü açtı; demokrasinin değil.
Hamam, kurna, tas ve sabun aynı kalıp yalnızca tellaklar değişince, birtakım çokbilmişler buna demokrasi dediler.
Engin Ardıç (AKŞAM, 05.12.2006)
Günün Tarihi
İstanbul'da dondurucu soğuklar
11 Aralık 1953: Dondurucu soğuklar, etkisini göstermeye başladı. Yoğun kar yağışı ve şiddetli soğuklar sebebiyle, İstanbul'daki Haliç ve Boğaz suları yer yer kalın buz tabakalarıyla kaplandı.
Özellikle Haliç'te, insanların donmuş deniz suyu üzerinden karşıdan karşıya geçtikleri tesbit edilirken, aynı yüzeyin pekçok noktasında ise, insanların kartopu oynadıklarına şahit olundu.
Bu dondurucu soğuklar sebebiyle, yük gemileri limanlara, yolcu gemileri ise iskelelere yanaşmakta uzun süre zorluk çektiler.
Geçmişte ve günümüzdeki durum
Tarihî kaynaklar, İstanbul'da kış mevsiminde dondurucu soğukların defalarca yaşandığını bildiriyor.
Tarih kitapları, gerek Bizans döneminde ve gerekse Osmanlı döneminde, bütün Haliç ve Boğaz sâhillerinin donduğuna ve bilhassa uzak denizlerden gelerek İstanbul'a erzak ve hububat getiren gemilerin açıklarda kalarak limanlara yanaşamadıklarına dair müşterek bilgileri aktarıyor günümüze.
Osmanlı zamanında kaydedilen ve deniz suyunu donduran en şiddetli kış mevsiminin 1621, 1755 ve 1893 yıllarında yaşandığı belirtiliyor.
* * *
Günümüzde ise, umumî manzara çok farklı bir mahiyet arz ediyor.
Günümüzde, yurt genelinde olduğu gibi, mevsim itibariyle İstanbul'da da hava son derece ılık ve kurak geçiyor.
Hava sıcaklıkları mevsim normallerinin üzerinde seyrederken, yağışlar itibariyle de endişe uyandırıcı bir kuraklığa şahit olunuyor. Barajların suyu azaldı, yer yer dibe vurdu.
Anadolu'nun bazı yörelerindeki durum, İstanbul'dan da vahim görünüyor. Bazı göller bataklığa yüz tutmuş iken, bazıları ise suyu tamamen kurumuş ve yüzey tabakası çatlayan topraklara dönüşmüş.
Buzlar erir
Bugün bir "yalancı bahar" havasının hakim olduğu İstanbul, tarihte aynı mevsimlerde dondurucu soğuklara da sahne olmuş.
İşte, bundan 52 sene evvelki kış mevsiminde buzlarla kaplı Haliç ve Boğaz'da tesbit edilmiş bazı görüntüler.
Bu görüntüleri seyrederken, çekilen bütün sıkıntılara rağmen, insanın yine de "Ah! Nerede o eski kışlar" diyesi geliyor.
Zira, kuraklık ve yağışsızlık, kısa ömürlü buzlanmaya nazaran çok daha büyük fâcialara, dramlara yol açabiliyor.
Soğuk havalarda, giyinerek de olsa korunmak mümkün; ancak, kuraklığın çaresini bulmak, adeta imkânsız.
11.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|