Hürriyet yazarı Bekir Coşkun'a göre, memleket elden gitmek üzere.
Amiral gemisinde seyreden bir vatanperver olarak, haliyle bu duruma son derece üzülüyor. Onu böylesine üzüntüye gark eden sebepler ise, bir değil, bir dizi. İşte o dizinin bir bölümü:
* Uygarlık umutlarını yerlebir eden "karşı devrim" hareketleri.
* Sinemaların, tiyatro salonlarının yerini alan Arabistan görüntüleri.
* Cumhuriyet okullarını geride bırakan tarikat okulları.
* Zeki çocuklara gece yurtlarda yaptırılan zikir seansları.
* Belediyelerde, şurada burada çoğalan türbanlı memurlar.
* Teneke düdükler eşliğinde çaldıkları "10.Yıl Marşı"nın yerini, şimdi yankılanan zikir seslerinin almış olması.
Evet, bu ve benzeri gelişmeler, yılların gazetecisi, köşe yazarı Bekir Coşkun'u derinden üzmüş, hatta bir ölçüde ümitsizliğe sevk etmiş.
5 Aralık (2006) günkü yazısında tek tek sıralamış olduğu bu "tehlikeli değişim"den yüksek sesle yakınıyor ve inanmayanlara "Gidip görün Anadolu’yu" diyerek, açık adres olarak da doğum yeri Urfa'yı gösteriyor.
Söz konusu yazısında, geçenlerde bu mübarek şehrimize yapmış olduğu kısa seyahat dönüşünde intıbalarını anlatırken, hemşehrilerini jurnallemenin yanı sıra, üzüntüsünden bakın nasıl da "âh û vâh" ediyor:
"Laik cumhuriyete karşı gerçekleştirilen 'karşı devrim'in nasıl başarıldığını, uygarlık–çağdaşlık umutlarının nasıl yerle bir edildiğini gözlerinizle görmelisiniz.
"Cumartesi sabahı dolaştığım Urfa’nın, o bir zamanlar tiyatro salonunun bulunduğu, sinemaların yer aldığı, şık restoranların sıralandığı ünlü caddesine baktım: Sanki Arabistan.
"7 cumhuriyet okuluna karşı 14 tarikat okulu kurabilmiş yobaz.
"Köylerden, yoksul beldelerden toplatılmış zeki çocuklara yurtlarda gece zikir seansları yaptırıldığını anlattılar bana.
"Belediyelerde, hastanelerde, kamu kurumlarında artık türbanlı memurlar var.
"Baba ocağında, babamın 'Kendi yaptığımız teneke düdüklerle onuncu yıl marşını çalardık' dediği evde, hafta sonu oturup bunları düşündüm..."
Hakikat–i hâli bilmeyen de zannecek ki, şanlı Urfa şehrimiz, yeniden düşman işgaline mâruz kalmış.
Evet, Coşkun'un yazdıklarını ciddiye alanlar, bir an için kendilerini tutamayıp "Allah, Allah! Şanlıurfa'mız yine Fransız keferesinin işgaline mi uğradı yoksa?" diye tereddüt geçirebilirler.
Ama hayır. Çok şükür, ne bir düşman tehlikesi var Urfa'da, Anadolu'da, ne de bir işgal girişimi söz konusu.
Rahatsızlık duyulan şey, olsa olsa "Allah Allah" nidâlarının teneke düdük seslerini bastırmış olmasıdır. Bundan da, ancak işgal kuvvetleri ürperir. Vaktiyle ürperip kaçtığı gibi...
Günün Tarihi
Fırtınalı günlerin âlim, halim ricâli: Said Halim
7 Aralık 1921: İttihat–Terakki döneminin (1908–1918) en kapasiteli devlet ve hükümet adamı, eski sadrâzamlardan Said Halim Paşa, Roma'da bir Ermeni terörist tarafından vurularak şehit edildi.
Kısa biyografi
Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşanın torunu, vezir Halim Paşanın da oğlu olan Said Halim Paşa, 1864’te Kahire’de doğdu.
Henüz küçük yaşta iken, ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. İyi bir tahsil gördü. Ayrıca, gittiği İsviçre’de de siyasî ilimler sahasında yüksek tahsil yaptı. İstanbul'a döndüğünde (1888) Şûrâyı Devlet (Danıştay) üyeliğine tâyin edildi. Ardından “Rumeli Beylerbeyliği” pâyesine sahip oldu. 1900'de aleyhinde jurnaller verildiği için, Yeniköy'deki meşhûr yalısında arama yapıldı. Sakıncalı bir şey bulunamamasına rağmen, baskı altında tutuldu. Sonunda dayanamadı ve kardeşiyle birlikte Mısır’a gitti.
II. Meşrutiyetin ilânı üzerine İstanbul’a döndü. Bu kez Şûrâ-yı Devlet Reisi (1912) oldu. Bir sene sonra Hâriciye Nazırı ve Mahmut Şevket Paşanın öldürülmesinden sonra da (1913) Sadrâzam oldu.
Said Halim Paşanın sadrazamlık müddeti yaklaşık dört sene sürdü. Ancak, hiç rahat yüzü görmedi.
Bunun birinci sebebi, peşpeşe gelen büyük savaşlar: Birinci ve İkinci Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı.
İkinci sebep ise, komitacı tabiatlı İttihatçıların bitmek bilmeyen baskı ve ihtirasları.
Başlangıçta Hariciye Nazırlığını da deruhte eden Sadrazam Said Halim, 1915 yılına gelindiğinde ise, bakanlık vazifesini bıraktı. Hatta, başbakanlıktan da istifa etmek istedi. Ancak, buna mani olunduğu için vazifeye devam etti.
Bu zaman zarfında, Dahiliye Nazırlığı, yani İçişleri Bakanlığı görevini yürüten kişi ise, İttihatçıların en ihtirazlı adamı Talat Paşaydı. Hani o, Ermenilere yönelik "Tehcîr Kànunu"nu çıkartan ve uygulayan kişi...
Talat Paşa, bağlı bulunduğu başbakana önemli hemen hiçbir konuda gerekli bilgiyi iletmiyordu. Onu kukla gibi yönetmek istiyordu.
Said Halim Paşa, Dünya Harbi dahil birçok hayatî gelişmenin haberini bile başka kaynaklardan alıyordu.
Sonunda, bu densizliklere dayanamadı ve Şubat 1917'de Sadrâzamlık görevinden kesin sûrette ayrıldı.
Politika dışında ilmî çalışmalar yapmakla da meşgul olan Said Halim, en tehlikeli günlerde de İstanbul'dan ayrılmadı.
Dünya Haribini müteakiben başlayan İstanbul'un işgali günlerinde (10 Mart 1919), tutuklanarak tevkif edildi. 22 Mayıs’ta da İngilizler tarafından, diğer bazı siyasî mahkûmlarla birlikte Malta adasına sürgüne gönderildi. İki yıl kadar burada kaldı. 29 Nisan 1921’de serbest bırakıldı. Ancak, İstanbul’a gelmesi kabul edilmedi. Çaresiz, oradan İtalya’ya gitti. Roma'da 7 Aralık 1921 günü bir Ermeni terörist tarafından vurularak şehid edildi.
Eserleri
Said Halim Paşa, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca biliyordu. Kendisinin çokça önem verdiği tefekkür ağırlıklı birçok eseri var. Bir kısmının isimleri şöyle: İslâmlaşmak ve Taassub, Mukallidliklerimiz, İnhitât-i İslâm, Buhrân-ı Siyâsimiz, Meşrutiyet, Buhrân-ı İctimâîmiz, Buhran-ı Fikrimiz.
07.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|