Türkiye’nin AB sürecinde gelinen nokta, içeride ve dışarıda “Başından beri beklenen kopma nihayet gerçekleşiyor” şeklinde özetlenebilecek yorumlara konu oluyor.
Sebep, AB Konseyinin haftaya toplanacak olan liderler zirvesine “Limanlarını Rum gemilerine açmadığı takdirde Türkiye ile müzakerelerin sekiz başlıkta askıya alınması” yönünde açıkladığı tavsiye kararı.
Diğer başlıklarda ise, müzakereler açılsa bile kapatılmaları yine liman krizinin istenen şekilde çözülmesi şartına bağlanıyor.
Gerçi müzakereleri başlatma kararının alınmasını takiben geçen bir yılı aşkın zaman zarfında sadece bir başlık açıldı ve kapandı.
Diğer fasıllarda, tarama süreçlerinin tamamlanması dışında herhangi bir mesafe kat edilebilmiş değil.
Nitekim bu durumdan hareketle, müzakerelerin zaten çoktandır fiilen askıda olduğu kanaatini dile getirenler dahi mevcut.
Peki, gerek Türkiye, gerek Avrupa, gerek dünya dengeleri açısından çok kapsamlı ve köklü değişiklikler getirecek bir sürecin “liman krizi” gibi küçük ve basit bir konuya takılarak tıkanmasının mantıklı izahı var mı?
Yok. Ama zaten bu tıkanma görüntüsünün önemli sebeplerinden biri de bazı AB liderlerinin basit iç politika hesapları değil mi?
AB, tek taraflı olarak Rumları birliğe almak suretiyle yaptığı vahim hatayı, en azından Kıbrıs Türklerine uyguladığı ambargoları kaldırarak bir ölçüde de olsa telâfi edebilirdi.
Ama hem bunu dahi yapmıyor, hem de Türkiye’nin üyelik sürecini, kendisinin katkılarıyla iyice kördüğüm haline gelen Kıbrıs sorununa bağlamak suretiyle işi iyiden iyiye çıkmaza sokuyor. Ve böylece, AB’yi küresel bir güç haline getirme vizyonuyla da çelişen inanılmaz bir basiretsizlik sergiliyor.
Tabiî, madalyonun diğer yüzünde Türkiye ve Kıbrıs cenahının hataları söz konusu.
Bunlardan biri, geçenlerde Dışişleri Bakanı Gül’ün söylediği gibi, AB’nin Rumlara kapıyı açma kararına Denktaş’ın masadan kalkarak yaptığı talihsiz katkı. Gül, Denktaş biraz dişini sıkıp sabredebilseydi masadan kalkan tarafın Rumlar olacağının bizzat Klerides’in itiraflarıyla sabit olduğunu anlatıyor.
Keşke Denktaş, görevdeki son yıllarında kendisini ablukaya alan “derin Ankara”ya değil de, seçilmiş hükümete kulak verseydi!
Bizim cenahtaki bir diğer hata, Prof. Eser Karakaş’ın vurguladığı gibi, 1998’e kadar Rum gemilerine açık olan limanlarımızın, 28 Şubat döneminde—hangi akla hizmet içindir bilinmez—kapatılmış olması. Sessiz sedasız şekilde yıllarca devam eden o eski uygulamadan ne zarar görüldü ki vazgeçildi?
Eğer bu karar Rumlara karşı elimizde bir koz olsun diye alındıysa, geldiğimiz nokta açıkça gösteriyor ki, tam tersine öyle yaparak taşınması zor bir yükü daha sırtlanmışız.
1974’teki Kıbrıs harekâtından sonra olayı diplomatik bir çözüme de kavuşturma noktasındaki başarısızlığımızın yol açtığı kamburlara böylece bir yenisini daha ilâve etmişiz.
Bakalım, Türkiye ve AB karşılıklı hatalarıyla girdikleri bu tünelden çıkabilecekler mi?
07.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|