Evlâd-ı fatihan…
Papanın ülkemizi ziyareti dış basında farklı haberlere de konu oldu.
Bu haberlerden bir tanesini ve hatırlattıklarını paylaşmak isterim…
Los Angeles Times tarafından yayınlanan bir haberin konusu, Vatikan’ın Roma’daki yüksek okullarında lisans üstü öğrenimini gören Türk öğrencilerdi…
Gazete, başörtülü master öğrencisi Zeynep Özbek için “Buradaki tecrübesinin ironisi şudur: Devletin katı laiklik politikasını uygulayan Türk üniversiteleri, başı örtülü olarak derse katılmasına izin vermezdi” diye yazdı. Zeynep Özbek ise, Hıristiyanlığın zenginliğini öğrenmenin kendi dindarlığını güçlendirdiğini belirtti. (Yeni Asya, 1 Aralık 2006)
Haberi okuduğumda, zihnimde on yıl öncesindeki bir sahne canlandı. Daha sonra İstanbul Üniversitesi rektörlüğünü yapacak olan Kemal Alemdaroğlu’nun Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Cerrahi Bölüm Başkanlığını yaptığı yıllar.. Öğrencilere, hatta kimi öğretim görevlilerine “Alemi dar eden” uygulamalar. Kampus içindeki öğrencilerin düzenlediği uygulama aleyhindeki imza kampanyaları… Onuncu yıl marşının “Ne oluyoruz ya?” dedirtecek kadar her fırsatta söylendiği o kara dönem…
İşte o yıllarda yaptığım bir yolculukta, koltuk komşum Cerrahpaşa Tıp Fakültesini son sınıftan terk etmek zorunda kaldığını öğrendiğim güzel gözlerinden zekâ fışkıran bir genç hanımdı… Yapılanlardan çok üzgündü, kesinlikle başını açmayacağı için alternatif eğitim yolları arıyordu. “Peki alternatiflerin neler?” diye sorduğumda yeni yaşadığı ilginç bir deneyimi paylaştı benimle ve kararını açıkladı.
Yurt dışındaki eğitim imkânları için pek çok üniversiteye başvurmuştu. Özellikle birisinden gelen cevap onu sevindirmiş, ümitlendirmişti. Avusturya’dan Katolik Kilisesi yetkililerinden “İnancından dolayı” eğitim hakkı elinden alındığı için kapılarının sonuna kadar açık olduğunu, burs ve kalacak yer temin edeceklerini, ancak İngilizce’nin yetmediğini, Almanca da öğrenmesi gerektiğini ifade eden bir mektup almıştı. Almanca öğrenmesi için de kendisine yardım edeceklerdi… Başvurularına aynı cevabı alan birkaç arkadaşıyla birlikte yolculuk hazırlıklarına başlama kararı almıştı ve ailesi de bu kararı onaylamıştı…
Burada bitirmelerine izin vermedikleri bölümleri, orada sil baştan yeniden okumayı göze alarak gideceklerdi...
Onların açtığı yolda hâlâ canlı bir akış söz konusu… “Evlâd-ı fatihan” başka bir tarzda Avrupa içlerine yayılarak gönülleri yine fethetmekte…
Siz önce kendinizi eleştirin...
Bu da yıllar önce dinleyici olarak katıldığım panelden unutulmaz bir sahne… Yurt dışındaki gurbetçi Türklerin topluma entegrasyonu ile ilgili panelde konuşmacılardan bir tanesi de Almanya’dan gelen bir rahipti. Halkın tamamen tüketim merkezli yaşadığını, Pazar ayinlerinde kiliselerin bomboş, alış veriş ve eğlence merkezlerinin ise tıklım tıklım olduğunu, fuhuş, uyuşturucu, cinayet olaylarının önünü alamadıklarını, bu ortak felâkette Allah’a inanan tüm insanların beraber hareket etmesi gerektiğini anlattı.
Soru cevap bölümünde, dinleyicilerden bir bey rahibe sinirli bir şekilde şu soruyu sordu: “Almanya’daki Türklerin dini eğitimi için daha fazla haklar vermelisiniz, vermiyorsunuz. Hem engelliyorsunuz, hem de ortak hareketten bahsediyorsunuz?..”
Rahibin verdiği cevap ibretliydi: “Almanya’da tüm konularda olduğu gibi eğitimde de özgürlük var. Siz önce kendi ülkenizdeki vatandaşlarınızın eğitim haklarını koruyun. Başörtüsü ve ruhban okulu konusundaki tavrınızın farkında olmadığımızı mı sanıyorsunuz?...”
Derin bir sessizlik…
Eyüp Sultan’ın sırrı...
Her ailenin tarihinde nesilden nesile aktarılan hikâyecikler vardır ya… Bu da onlardan bir tanesi işte…
İstanbul, Peygamberimizin (asm) hadisinde geçen adıyla “Konstantiniyye” Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin (müessif 6-7 Eylül 1960 olaylarına kadar) yoğun olarak yaşadıkları bir şehir. O dönemdeki yağma olaylarından sonra çoğu kalan malını mülkünü yok pahasına satarak ülkemizi ve İstanbul’u terk etmiş… Ve eski İstanbulluların dediğine göre de o tarihten sonra İstanbul’un tadı tuzu kalmamış, sosyal hayatında hep eksik bir yan hissedilmiş…
Yenikapı, İstanbul’da 1960’lı yıllara kadar Rumların yoğun olarak yaşadığı semtlerden bir tanesi. Rumlar çoğunlukla temiz, titiz ve dinlerine gönülden bağlı olan insanlar…
Rahmetli babaannem Rumların bayramında komşularının bayramını tebrik eder, Kurban ve Ramazan Bayramlarında da onlar babaannemin bayramını kutlarlar ve birbirlerine uygun hediyeler ikram ederlerdi…
Babaanneciğimin tebessümle anlattığı bir hatırası, (sonradan 6-7 Eylül olaylarından dolayı olduğunu öğrendiğim) artık göç etmiş Rum komşusuyla ilgiliydi: Çocuğu olmadığı için çok üzgün olan Rum komşunun denemediği çare kalmamış… Bir gün sohbet sırasında bu derdini babaanneme anlatınca, o da Eyüp Sultan’ı tavsiye etmiş. Ancak boy abdesti alacak ve babaannemin yaptığı duâları tekrar edecek… Eğer kabul ederse birlikte gidecekler… Teklif kabul edilmiş, boy abdesti tarif edilmiş ve duâlı Eyüp Sultan ziyareti gerçekleştirilmiş.
Bir zaman sonra da aileye sevimli bir bebek katılmış…
Rum komşu, bunun sırrının Eyüp Sultan Hazretlerinde olduğunu sevinerek sık sık yad edermiş…
İşte hangi dinden olursa olsun kadınların Allah’a olan bağlılığına ilginç bir misal değil mi?
Müessif 6-7 Eylül olaylarında, babaannem ve dedemin tanıdıkları birkaç Rum komşularını evlerinde ailecek korudukları ve onları kapıya gelen yağmacılara teslim etmedikleri de ayrı bir aile hikâyeciğinin konusu…
03.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|