Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasını istemeyenlerin bir gerekçesi de, sahip olduğumuz ‘manevî değer’lerimizi üyelik yolunda kaybetme ihtimalimizdir. Onlara göre AB’ye üye olmak demek, kimliğimizi ve kişiliğimizi kaybetmekle eş anlamlı.
Oysa, sahip olduğumuz manevî değerlerimizi muhafaza ve müdafaa ederek de AB’ye üye olmak mümkün ve öyle de olmalı. Zaten başka türlü AB’ye nasıl ‘zenginlik’ katabiliriz ki? İşin özünde, Türkiye’nin AB’ye üye olmasını isteyen Avrupalı siyasetçilerin de beyan ettiği üzere, ‘farklı’ olmamız, üyeliğimiz için engel değil; tam aksine tercih sebebidir.
‘İletişim dâhisi’ kabul edilen Oliviero Toscani de aynı fikirde. Toscani, yapılan aleyhte propagandaların aksine; “Ben, Türkiye Müslüman olduğu için AB’ye girmesi gerektiğini düşünüyorum” diyor.
İstanbul’da düzenlenen 6’ncı Perakende Günleri’nde konuşan ve Türkiye’yi ‘büyüleyici’ sözcüğüyle tanımlayan dünyanın en çok tartışılan iletişim san'atçısı Oliviero Toscani, şöyle demiş: “Türkiye çok ilginç bir ülke, bazen korkutucu. Çok büyük, çok farklı. Ben Avrupa’nın parçası olması gerektiğine inanıyorum. Avrupa’ya, kaybettiği enerjiyi ancak Türkiye verebilir.” (Milliyet, 1 Aralık 2006)
Toscani, “AB konusuna nasıl bakıyorsunuz?” sorusu üzerine de şöyle konuşmuş: “Türkiye’ye ihtiyacımız var. Homojen olmayan bir Avrupa için gerekli. AB’ye girmesini istiyorum. Müslüman olması ve diğer sebepler yüzünden. En çok e-posta aldığım ülkeler Brezilya ve Türkiye. Türk gençleri çok meraklı. (Türkiye’nin) İmajı hızla değişiyor. İstanbul giderek Avrupa şehirlerine benziyor. Bunu olumlu bulmuyorum. Aynılaşmaya karşı durmak gerekli. Tamamen bir Avrupa ülkesine benzerseniz hiç ilgimizi çekmezsiniz. Türkiye kendisi olmaktan korkmamalı. Değerlerinizi Avrupa’ya getirmelisiniz.”
Türkiye’nin asıl Müslüman olduğu için AB’ye üye olması gerektiğini düşünen Toscani, bütün dünyayı esir alan televizyonlara da hayran değil: “Medya bize hep aynı imgeleri pompalıyor. Elimde olsa televizyonları ortadan kaldırırdım. Onlardan nefret ediyorum.”
Farklı olmanın cazibesini nedense göremiyoruz. Sahip olduğumuz maddî ve manevî zenginlikleri tahrip edip yok ederek cazip ülke haline gelemeyiz. Yüksek binalar ve alış veriş merkezleri dikerek de Avrupa nezdinde itibarımız artmaz. Böyle yaparak ancak kötü bir ‘kopya ülke’ oluruz, ki bunun da kimseye faydası olmaz.
Meselâ, ‘kule’ dikerek Avrupa ve Amerika ile yarışan Dubai örneğini görmek lâzım. Bugün için ‘cazip ülke’ gibi görünse de, bu cazibenin kalıcı olması mümkün değil. Çünkü yüksek ‘kule’ler hemen her yerde var ve insanlık bu ‘çirkin âbide’lerden uzak durma noktasına gelmiş ya da gelmek üzere...
Gerek maddî ve gerekse manevî anlamda farklı olmamız, ülkemizin zenginliğidir. Bu zenginliğin farkına varalım ve değerini bilelim...
03.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|