Bir gazete, İngiltere’de çocukların izlediği TV programlarında ‘sağlıksız abur cubur gıdaların’ reklaâmının yasaklanmasını “Çocuklar işte böyle korunur” diye manşete taşımış. İlk bakışta manşet ilgi çekiyor tabiî.
Manşet olan haberde şu bilgiler de yer alıyor: “10 yaş grubundaki erkeklerin yüzde 16’sının, kızların ise yüzde 10’unun obez olduğu İngiltere’nin RTÜK’ü Ofcom’un aldığı bu radikal kararla yıl sonundan itibaren sadece çocuk programları değil çocukların ilgiyle takip ettiği dizi, talk-show, eğlence ve yarışma programlarında da aşırı yağlı, tuzlu ve şekerli gıda ürünlerinin reklâmı yayınlanamayacak. (...) Aralarında McDonald’s, Pepsi Cola, Coca-Cola, (...) Kellogg ve Unilever’in olduğu ABD’nin 10 büyük gıda firması, obezite eleştirilerine karşı 12 yaşın altındaki çocuklara yönelik reklâmlarını yarıya indirme kararı aldı. Böylece ABD’de çocuklara yönelik televizyon, radyo, basın ve internet reklâmlarının en azından yarısında, daha sağlıklı gıda ürünlerine yer verilmesi teşvik edilecek.” (Vatan, 18 Kasım 2006)
Dünyanın yaşadığı bir çelişki de bu: Bir yanda gıdasızlık sebebiyle ölen çocuklar, öte yanda ‘gıda fazlalığı/fazla yemek’ sebebiyle sağlığı bozulan ‘obez/şişman’ çocuklar. Doğrusu, “Çocuklar işte böyle korunur” manşetini görünce, cinayet, gasp, müstehcenlik, uyuşturucu kullanma yaşının düşmesi gibi problemleri hatırlayarak; “Nihayet gerçek problemi gördüler, her halde ‘manevî tedavi’den bahsediliyor” diye düşündüm. Ne var ki, manşete taşınan haberdeki yaklaşım bu değildi.
Obez/sağlıksız bir nesil yetiştiği doğru. Ancak çocuklarımızın beden sağlığını düşündüğümüz kadar, belki de daha fazla, ‘ruh sağlığını’ düşünmeli değil miyiz? Peki, ‘ruh sağlığı’nı tehdit eden sebeplerle nasıl ve ne ile karşı koyacağız?
Televizyonda yayınlanan ‘sağlıksız abur cubur gıdalar’ karşısında gösterilen hassasiyet, aynı televizyonlarda yayınlanan müstehcen yayınlar karşısında niçin gösterilmesin? Hem, çocuklarımızın ‘sağlığını’ koruyarak, kısacık dünyevî hayatına sahip çıkmışken, ruh dünyasını koruyarak ebedî hayatını ‘teminat’ altına almış olmaz mıyız?
Aslında Türkiye’nin ‘dertleri’ biliniyor. Nitekim, Ankara’da toplanan “17. Eğitim Şûrâsı” doğru tesbitleri dile getirmiş. Bu tesbitlerden biri de, son Genel Kurul toplantısında dile getirilen, “şiddet ve cinsel içerikli yayınların kontrolünün arttırılması’’ şeklinde olmuş. Televizyon ve internet sitelerini işgal altına alan şiddet ve cinsel muhtevalı yayınların zararlarını saymakla bitiremeyiz. Bu durum, çok ciddî bir konudur ve sadece bu iş için ayrı bir şûrâ toplansa yeridir. Şiddet filmleri ve oyunların sebep olduğu facialardan biri de dünkü gazetelerde yer aldı. Buna göre, “Counter Strike” oyunundan etkilenen bir çocuk, eline aldığı gerçek bir tüfekle oyun arkadaşı M.O.’yu başından vurmuş. ‘Uzman’lar, dünyada milyonlarca kişinin oynadığı bu oyunun, şiddet içerdiği için yasaklanmasını istiyormuş. (Vatan, 18 Kasım 2006)
Bu ve benzeri haberleri duymamak için, konuyu ciddiyetle ele alıp çareler üretmeli, bilinen doğru çareleri uygulamalıyız. Yoksa, ‘büyük kavga’lar ederken, ‘küçük/çocuk’ dediğimiz ‘geleceğimizi’ kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız.
Başta kendimiz ve çocuklarımız olmak üzere bütün cemiyeti televizyon kılığındaki şiddet ve müstehcenlik belâsından koruyalım...
19.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|