Bediüzzaman’ın, vefatından önce verdiği en son derste ağırlıklı bir bölüm teşkil eden “müsbet hareket” bahsi çok bilinir.
Aynı dersteki çok önemli bahislerden biri olan ve “dünyevîleşme” tuzağına dikkat çeken pasajları da dikkatle okumamız lâzım.
Çünkü bu bölümdeki uyarılar, bilhassa uhrevî amaçlara yönelik bir hizmetin mensupları için hayatî önemde mesajlar ihtiva ediyor.
Orada anlattığı anekdotta “Kırk sene evvel bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları, hattâ hocaları benim yanıma gönderdi” diyen Üstad, onların kendisine şöyle dediklerini aktarıyor:
“Biz şimdi mecburuz. ‘Zaruretler haramı helâl edebilir’ kaidesiyle, Avrupa’nın bazı usullerini, medeniyetin icaplarını kabule mecburuz...”
Cevabına “Çok aldanmışsınız” diye başlayan Said Nursî, o kumandana ve hocalara soruyor:
“Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var?”
Ve sözlerinin devamında, iradenin yanlış ve kötüye kullanılmasından, gayri meşru meyillerden ve haram muamelelerden kaynaklanan hareketlerin haramı helâl saymaya gerekçe olamayacağını ifade ediyor.
Ardından da, örneklendirmeye geçiyor:
“Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuş ise, mutlak zaruret olmadığı ve su-i ihtiyardan (iradenin kötüye kullanılmasından) geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz...” (Emirdağ Lâhikası-II, s. 456)
Bu örneklerin çok dikkatle tahlil edilmeye ihtiyacı var.
Aslında Bediüzzaman, prensip olarak, medeniyetin getirdiği yeniliklere karşı olan bir insan değil. Ancak insanın hayrına, manevî ve maddî tekâmülüne hizmet etmeleri kayıt ve şartıyla.
Nitekim kendisinin, esaret dönüşü İstanbul’da bulunduğu dönemde, bir talebesiyle birlikte sinemaya gidip film seyrettiğini; “Bu dünya da film kadar kısadır, sinema perdeleri gibi akıp gidiyor” dediğini (Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, s. 218) ve sinema örneğini eserlerindeki imanî izahlarda kullandığını biliyoruz.
Ancak Üstadın “en son dersi”nde vurguladığı nokta farklı. Orada, sinema, tiyatro ve dansa, insanı harama sürüklemek ve dünyevîleştirmek suretiyle yaratılış maksadından uzaklaştırmak için kullanılan vasıtaların en etkili örnekleri olarak dikkatlerimizi çekiyor.
Gerçekten de öyle değil mi? Ve geldiğimiz noktada, sinema da, tiyatro da, dans da televizyon ekranlarında birbiriyle iç içe geçmiş günah yüklü görüntüleriyle evlerimizin içine kadar girmedi mi?
Özellikle böyle bir tablo karşısında, Said Nursî'nin talebelerine verdiği en son derste bu konuya özel vurgu yapmasının anlam ve hikmetleri üzerinde derin derin düşünmemiz icab ediyor.
O başkumandanın “bir parça dünyaya alıştırmak için” başka kumandanları ve hocaları Üstada göndermesindeki anlamı, onun “Çok yanılmışsınız” cevabındaki tavrı ve bunun ne kadar önemli bir ayrım noktası olduğunu kavrayabildiğimiz ölçüde, aynı çizgide önümüze çıkabilecek başka tuzakları fark edebilir ve bunlardan kendimizi koruyabiliriz.
“Dünyaya alıştırılma” tehlikesi her zaman geçerli. Aman dikkat!
03.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|