İnsanoğlunun en büyük zenginliği, yaratılışına lâyık güzel bir ahlâka sahip olmasıdır. İnsanlığın yaratılışına derc edilen en güzel ve yüce ahlâk, Peygamberlerin şahsında insanların nazarına sunulmuştur Yüce Kudret tarafından…
Âdem’den (as), nebîlerin en mükemmeli Efendimiz’e (asm) kadar gönderilen bütün peygamberler, ahlâkın en güzel örneklerini şahıslarında göstermişlerdir şüphesiz. Bütün bu güzel ahlâk örneklerinin enmûzecini Peygamberimizin (asm) yüce şahsiyetinde görebilmekteyiz.
Her yönüyle mükemmel bir insan olan Resûl-i Kibriya’nın (asm) insanlarla olan münasebetlerinde ahlâka mugayir en küçük bir detaya rastlayamayız. Nefsin hükmünü icra edebileceği hissî hiçbir yaklaşım, bu yüce insanın davranışlarında görülmemektedir. O düşman duygulara haklılık kazandıracak hiçbir yaklaşıma meydan vermemiştir. Ona düşmanlık besleyenlerin hareket noktaları kendi kararmış kalpleri olmasına rağmen, o her zaman bu kalbleri iman nuruyla aydınlatmak için çaba göstermiştir.
Bize gelince ise, bu insanî ahlâk menbaından yeterince istifade edemediğimizi düşünüyorum. Bizi Yaratıp en mükemmel varlık kılan Rabbimizin çizdiği insan profilinin en mükemmel örneğini takip edemedik, peşinden gidemedik. O bizim için kurtuluşun tartışılmaz yolunu gösteriyordu ve göstermeye devam etmektedir.
Gözü önündeki hazineden faydalanamayanların durumuna düştük. Sıradan inananları bir tarafa bırakalım, Peygamberlerin varisi olarak belirtilen bir kısım âlimlerimiz bile nurlu yolu takip etmekten çok uzak kaldılar. Siyaset, dünyaya dalan insanlar gibi dindar görünen insanları da kendine cezb ettirdi ne yazık ki…
Vahyin insânî mesajlarının hüküm sürdüğü Asr-ı Saadet yerine, zamanımızda sadece dünya hayatını ilgilendiren mesajlar hemen herkesi kendine çekti. Bu cazibeye, gaflete daldığımız ölçüde kapıldık. Bilhassa peygamber varislerinin kötü örnek olmaları bizleri derinden yaralamaktadır.
Yeterince ve fazlasıyla dünya işleriyle uğraşanlar varken, dindarların ahirete yönelik görevlerini ihmal etmesinin hiç affedilir tarafı bulunabilir mi? Neden herkes görevini yapma peşine düşmüyor da, insanlar kendi işi olmayan şeylerle uğraşmaktadırlar?
“Din Adamı” profili içinde topluma hizmet verenlerin siyasî arenaya heveslenmesi, toplumun manevî açlığını arttırmaktadır şüphesiz. Bir cami imamının, imanî ve Kur’ânî onca mesele varken çıkıp dünya siyasetinden dem vurması, çıkıp ülke meseleleri hakkında minberde ahkâm kesmesinin kime ne faydası olabilir?
Bırakalım herkes işiyle uğraşsın. Nasıl ki bir din adamı, dinle ilgisi olmayan birisinin dinî meseleler hakkında hüküm vermesini kabullenmeyecekse, aynen bunun gibi din adamlarının hutbelerde veya sair mekânlarda siyasî meseleler hakkında ahkâm kesmesi kabul edilemez. Din adamlarını daha önemli işler beklemektedir.
Milletin iman zaafı vardır. İnsanlarımız yeterince dinî şuura sahip değildir. Kâinattaki en büyük mesele iman meselesi iken ve insanlarımız dinimizi güzel anlatacak kişilere şiddetle muhtaç iken, başka âfâkî meselelerle uğraşan din adamlarının şüphesiz sorumluluğu büyük olacaktır.
Düşünün ki, haftada bir gün camiye gelen ve sair zamanlarda vakit namazlarını kılmayan çok insanımız vardır. Bunlara hutbede İslâm’ın, imanın ve namaz gibi ibadetlerin ehemmiyeti anlatılmalı ve insanların kalbinin imana yönelmesi sağlanmaya çalışılmalıdır. Öyle bir tatlılıkla anlatılmalı ki, camiden ayrılan Müslümanın gönlü orada kalsın ve bir daha o camiye gelip ibadet etmek için can atsın.
Hâsılı, cami minberleri günlük siyasî meselelerinin konuşulduğu yerler olmamalı. Belki İslâmın yaşandığı asırlarda bu normal karşılanabilirdi. Ancak zamanımızda, bilhassa dünyevîleşmenin, sefahetin son haddine ulaştığını herkes görmektedir. Hususan dini güzel anlatacak, insanlarımızı fitnelerden uzaklaştıracak kavl-i leyyin sahibi din adamlarına fazlasıyla toplumumuzun ihtiyacı bulunmaktadır.
05.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|