Bu sözü denizciler dillerinden düşürmezler. Sadece vardiya değişimlerinde değil bir telefon veya telsiz görüşmesinde dahi konuşmaya “Allah selâmet versin” diye başlanılır.
Selâmet kelimesi selâm kökünden gelir. İslâm kelimesinde olduğu gibi. Sözlük karşılığı ise barış, rahatlık, esenlik, kurtuluş ve hayırlı son anlamına gelmektedir.
İster dindar olsun, isterse olmasın bütün Türk denizcilerin kullandığı bu cümle boşuna değildir. Zira denizcilik mesleği hâlâ dünyanın en zor ve tehlikeli işlerinden biri olarak sayılmaktadır. Madencilik sektöründen sonra insan kayıplarının en çok olduğu sektör denizcilik sektörüdür.
Türk denizcileri demir alıp verirken nasıl ki “vira bismillah, funda bismillah” deyip işe başlarlar, diğer işlerinde de Allah adını daima dile getirirler. Muhafazakâr veya gelenekçi olmak denizcilikte muteber olduğundan dindar olmayan denizciler bile bu sözleri sarf etmekten geri durmazlar.
Bahriye de iken “Allah selâmet versin” diyerek köprüüstüne çıktığım vakit bazı subaylar “âmin” derdi. Kendince bir nevi dine yapılan vurguyu eleştirmeye çalışıyorlar idi. Fakat ben hiçbir zaman bozuntuya vermez, gülerek karşılık verirdim. Bu hal bazılarını rahatsız etse de Türk denizcilik kurallarını hiçbir güç bozamazdı. Dini hatırlatan bu kurallar adeta kökleşmişti.
Top atışlarında da “bismillah salvo” denilmesi hiçbir subay tarafından yadırganmazdı.
İnsan, başörtüsü için bu kadar sorun çıkaran bahriyelileri görünce “Bu iş nasıl olur” demekten kendisini alıkoyamıyor. Fakat ben 15 yıl boyunca dine en yabancı meslektaşımdan dahi bu sözleri daima işittim. Demek ki kıyamete kadar bu güzel ifadeler hep kullanılacak.
Peki, denizciler neden bu kadar dine vurgu yapıyor? İsterseniz bunun cevabını vermeye çalışayım.
Bunun en önemli sebebi denizin fırtınalarıdır. Fırtınaların sebebi de hiç kuşkusuz bizleri terbiye eden Rabbimizdir. Sayılı fırtınaları cetvel şeklinde yazıp assak bile, hangi fırtınanın bizi nerede yakalayacağını bilemeyiz. Bazen olur ki aylar boyunca fırtına içinde kalırız. İşte bu anda Allah’tan başka sığınacak neresi vardır ki oraya sığınalım.
Kur’ân’da fırtınalar ile ilgili insanın gerçekten aciz bulunduğu hallere dair âyetler vardır. İnsanların çaresiz kaldığı bu durumu kâinatın sahibi olan Allah, âyetler ile dile getirerek bizi düşünmeye ve duâ etmeye dâvet ediyor.
Ben de yıllardır ekmeğimi denizden çıkardığım için fırtınalara tutuldum. Çok şükür kazasız belâsız seferimizi tamamladık. Fakat her zaman böylesine nimetlere mazhar olmak insana nasip olmuyor. Bu vesile ile Rusya’nın Novorosisk Limanında yaşadığım bir hatıramı anlatayım.
Beş altı yıl önce çok şiddetli bir kış yaşamıştık. Bütün denizlerde fırtına vardı. Antalya Körfezinde demirlemek zorunda kalmıştım. Yeni seferimiz Karadeniz’in kuzey doğusundaki Novorosisk-Cezayir idi.
Deniz bir parça mayna edince vira bismillah diyerek demir aldık ve yükleme limanına geldik. Limanda aynı şirketimize ait iki gemi daha bulunuyordu. Bir tanesi yanaşmış diğeri ise bir aydan beri açıkta bekliyordu.
Demir yeri lebalep gemi doluydu. Bizde demirlemeye çalıştık fakat nafile, demir sür'atle tarıyordu yani gemiyi tutmuyordu. Çaresiz makineyi stop ederek sürüklenmek zorunda kaldık.
Rüzgâr keşişleme ve poyrazdan esiyordu. Haliyle Kırım yarımadasına doğru sürükleniyorduk. Sabah kıyıya yaklaşınca yeniden makineyi çalıştırıp Novorosisk’e geliyorduk.
Bir hafta boyunca bu minval üzerine gidip geldik. En sonunda limandan bana bir teklif geldi. Eğer geminin yarısının dışarıda kalmasını kabul edersem rıhtıma yanaşmama müsaade edeceklerdi. Derhal kabul ettim. Aksi takdirde belki bir ay denizde kalabilirdim.
Denizin hali çok ilginçti. Kafkas dağlarından esen soğuk poyraz rüzgârı nispeten sıcak olan denize vurdukça denizden dumanlar çıkıyordu. Buharlaşan deniz sanki kaynayan büyük bir kazana benziyordu. Bu hal üzere iken emniyetli bir şekilde yanaşmamızı tamamladık. Gemimizin burnu rıhtımın üzerine kadar gelmişti. Geminin iskelesine tahtalar bağlayarak giriş çıkışı da sağlamış olduk. Sonuçta yüklememizi başlattık.
Kuvvetli rüzgâr sebebiyle kreynler çalışamıyordu. Bu sebeple 15 gün sonunda ancak yüklememizi bitirdik ve nihayet limandan kalktık. İstanbul Boğazına doğru ilerlerken bizim şirketin gemisi hâlâ açıkta bekliyordu. Zavallılar sularını da tüketmiş yanaşmayı bekliyorlardı.
Bu seferi yıllarca unutmadım. Cenâb-ı Allah bize acımış merhamet etmişti. Yoksa diğer gemiler gibi açıkta fırtınanın ortasında kalabilirdik. Aslında her zaman Allah’ı anmalı ve Ona el açıp yalvarmalıyız zira acizlik ve fakirlikten başka elimizde hiçbir şey yok.
Ne yani denizcilik dışında başka işlerle uğraşanlar başka bir durumda mıdır? Yani onlar aciz ve fakir değil midir?
Elbette bütün insanlar Allah’ın ihsan ve merhametine muhtaçtır. Bir minicik mikroba teslim olan vücudumuz ve saniyede 30 kilometre hızla dönen dünyamız var. Gaflet ağır bastığından çevremizde olan biteni göremiyoruz. Biz denizciler ise işimiz gereği fındıkkabuğu gibi bir teknede Cenâb-ı Allah’ın kudret ve azametini sık sık müşahede etmek zorunda kalıyoruz. Bu yönü ile gafleti dağıtıp aciz bir kul olduğumuzu hatırlatan fırtınalara güzel gözle de bakmak mümkündür. Bize bu bakış açısını kazandıran Risâlelerin müellifi Bediüzzaman’a ne kadar minnet etsek o kadar azdır. Allah o ve onun gibi hizmet edenlerden ebedî razı olsun, âmin.
06.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|