Siyasetin rüştünü ispatlama adımları hızlandıkça, direnç kanalları artıyor. En basiti, transatlantikten buraya darbelerin yüzdesi üzerine nabız tutmak tam bir garabet. Demokrasinin ayıbı bu olsa gerek. Bunun konuşulması bile çok ayıp.
Diğer tarafta Çankaya’ya çıkacağı tahmin edilen Erdoğan’ın “eşinin başı”na gönderme yapan ifadeler ise ayrı bir hata. Demokrasiyi seçen bir sistemin içinde bu teklifler ve yaklaşımlar şık kaçmıyor. İnsanların özel hayatları, tercihleri üzerinden tartışmak, seviyeyi düşürüyor.
Tam bu noktada atanmışların ve “kuvvet”lerin bileşeni ile medyanın ilkesiz yayınları birleştiğinde, mukabil tavrın da benzer şekilde tepki vermesini öğrenmesi lâzım. Meclisin iradesini gölgeleyecek, siyasî husûmetlerin demokrasiyi zaafa uğratacak şekilde partilerin polemik zeminine kaymaları, boyunlarına ilmik geçirmekten farksızdır.
Siyaset; vatandaş merkezli taleplerin devlet katına taşınma aracıdır. Milletin iradesini üstlenme ve risk yüklenme şuurudur. Devlet gibi düşünmek değil, devleti düşünecek araç ve süreçleri demokrasinin rayında geliştirmektir.
Siyasetin görevi, bürokrasinin ve siyaset mühendisliğinin toplumu yönetme çabalarına ve yenilenmeyi engelleme gayretlerine mani olmaktır. Çok partili sistemin rekabetçi kültürüne geçemeyen, halkın beklentilerini görmezlikten gelen ve siyasî sonuçlara razı olmayan azınlığın tahakkümü, artık kırılma eşiğindedir.
Beğenelim, beğenmeyelim, eğer demokrasinin meşrûiyet zemininde iktidar veya cumhurbaşkanı olunuyorsa, bunu kabullenmek demokratik ve ahlâkî bir vecibedir. Aksine beyanlara yeşil ışık yakmak, tevile kapı açmak veya yeni senaryoların oluşumuna teşne olmak, büyük bir tutarsızlıktır.
Siyasetin cümlesi, bu konuda daha ilkeli olmak zorundadır. Aksi halde demokrasiye duyulan güven ve adalet kavramı, geçmişte olduğu gibi millî irade aleyhine yara alır.
Partilerin, siyasî kulvarda yarışırken, halkın dışında bir dayanak aramaları veya bir yerlere payanda olmaları, AB sürecinde reformları da istikrarı da zora sokar. Müdrik siyasetçilerimizle, akil ve demokrat aydınlarımız ümit verse de, bunu bütün topluma mal etmek ve refleks bilincini geliştirmek önem arz etmektedir.
Darbe çığırtkanlığı denebilecek pervasız ve sorumsuz beyanlar, tepki görmeli ve kamuoyu nezdinde tartışmaya açılmalı ki, bundan sonra arbedeler yaşamayalım. Geleceğimizin berraklığını, geçmişin tortuları ile bulandırmazsak, husûmetten beslenen ve ayrılık rüzgârlarına alet olabilecek çatışmalar azalır.
Büyüme sancıları çeken ve demokratikleşmenin baş ağrısı nöbetleri tutan bir durumdayız.
Bunlar kırılgan ve tepkiye dönüşebilecek hassas süreçlerdir. Aklıselim, pozitif bakış ve iradeli duruşla siyasetin terazisi ağır basarsa, dönüşü olmayan ve tepeyi aşan bir hızlanmaya geçeriz.
Dünyanın hesap dengeleri bölgemizdeki çatışmalardan nemalanırken, burada sağlanacak iç barış ve dış uzlaşma kanalları ile oyunlar görülebilir. Durdurulamayan değişimin müsbet tercihleri arttırdığı bir Türkiye’de, eski alışkanlıklarını devam ettiremeyenlerin ses tonunu arttırması, azalan gücün habercisidir.
Akıl çivisi, kalkınma tahtasına çakıldıkça, özgürleşme ve inanca saygı daha fazla konuşuldukça, sessiz sağırlık bitecek. Konuşmayanlar konuştukça, duymak istemeyenler bu yeni seslerin varlığından ve üzerine abanan yeni algıların zihni sıkıştırmasından kaçınamayacaklar.
Bilişim kültürü, iletişim etkinliği ve yönetişim zorunluluğu, beraberinde insana dair yeni bir dönemi müjdelemektedir. Sonunda makul çoğunluk kazanırken, demokratik siyasetin ilkeleri, aydınlatıcı ışıklara eşlik edecektir.
Siyaset ve siyasetçiyi rağbetlendirici bu çerçeve, demokrasinin altyapısını teşkil eder. İstikrarsızlığa yol açan tehdit ve tertiplerin çözümü, millî iradenin tecelli kalitesine bağlıdır.
06.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|