Avrupa’nın nüfusunun çoğalma değil, azalma eğilimi göstermesi sinema dünyasının da ilgisini çekmiş durumda. İngiltere’nin Hollywood’u sayılan Pinewood Stüdyolarında çekilen ‘Son Umut’ adlı film böyle bir endişeyi dile getiriyormuş. İnsanoğlunun üreyemediği, terörizm, hava kirliliği ve ayaklanmaların arttığı ‘yakın gelecek’te geçen film, muhtemel bir tehlikeye dikkat çekiyor.
Filmin yönetmeni Alfonso Cuaron, filmi şöyle özetliyor: “Öykü 20 yıl sonrasını anlatıyor. Klasik bir bilimkurgu filmi değil. Bugün alınan kararların sonucunu özetliyor. 21. yüzyılın başına damgasını vuran göçmen sorunu, umuda yolculuk... Bütün bunlar aciliyeti olan sosyal sorunlar. Özellikle Avrupa’da. Kısırlık bence hayata saygının bittiği ânın metaforu. Yani umudu yitirmenin zirvesi.” (Hürriyet Pazar, Keyif eki, 3 Aralık 2006)
Yönetmen Cuaron, “dünyayı kandıranlar”ı anlatırken de şöyle diyor: “Bugünlerde İslâm köktendinciliğinden çekiniyoruz. Ama diğer yandan da demokrat görünen radikallerin verdikleri zararı es geçiyoruz. Bunlar fikirlerini demokrasi bayrağının altına sığınarak başka ülkelere ihraç etmeye çalışıyorlar. Özellikle gelişmiş ülkeler, masklarını takıp güçsüzleri demokrasi adına ideolojileri ile resmen kirletiyorlar.”
Yönetmen Alfonso Cuaron’un bu tesbitlerine hak vermek için, ABD ve müttefiklerinin sadece Irak’ta yaptıklarına bakmak yeterli olsa gerek. “Demokrasi ihraç etmek için” başlatıldığı ilân edilen savaşta, bugün gelinen nokta başka nasıl izah edilebilir? Savaşın bütün kahramanlarının ‘Hata yaptık’ diyerek birbirleriyle yarıştığı bu hadisede, ne yazık ki bazıları hâlâ ABD ve müttefiklerine hak veriyor.
Yönetmen Cuaron ‘çare’yi şöyle anlatıyor: “Siyasî çözüm olacağına inanmıyorum. Sorunu oluşturanlar siyasetçiler. Dünyanın her yerinde mesleği siyaset olanlar. Verdikleri ve yapamayacakları sözlerle toplumları kandırıyorlar. Geçmişte Berlin Duvarını yıkan zihniyet, bugün Meksika ile ABD sınırına duvar örüyor.” (Cuaron belki unutmuş, ama bu arada, İsrail’in Filistinlileri kuşatmak için ördüğü ‘utanç ve zulüm duvarı’nı da unutmayalım...)
Amerika ve müttefikleri, dünyayı ‘rapt-u zapt’ altına almak için başta kendi halkı olmak üzere bütün insanlığı kandırmaya çalışırken, Türkiye’yi ‘idare edenler’ de bu konuda ABD’yi örnek alıyor. Gerek ‘yakın tarih’ ve gerekse ‘kalkınma, muasır medeniyet seviyesine ulaşma’ noktalarında verilen bilgilerle millete ‘yanlış’lar söylenmedi mi?
Yönetmen Cuaron’un, dünyayı idare edenlerce halkın aldatılmasına örnek verirken “İslam köktendinciliği”ni hatırlatması dikkat çekici. Dünya ‘İslâm köktendinciliği’ ile korkutulurken, Türkiye de ‘irtica’ ile korkutulmuyor mu?
“İrtica tehlikesi, tehdidi var” diyerek Türkiye’nin geldiği yeri görüyorsunuz. Yoksa, her iki korkutma planının planlayıcıları aynı ‘ifsat şebekeleri’ midir?
06.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|