Küçük birer çocukken bir an önce büyümek için uğraşıyorduk. “Ah bir an önce büyüsem…” türünden hayaller hangimizin rüyalarını süslememişti ki? Yaş günlerimizde iki yaş büyürdük. Büyüklerle beraber aynı sofralara oturmak, rahat hareket etmek, saatlerce oyun oynamak gibi, şimdi hatırladıkça güldüğümüz isteklerimiz içindi büyümek.
Zaman geçip her şey gibi bizi de alıp istediğimiz yaşların çok üstüne getirince, bu durumdan da memnun olmadık ve bu defa “Keşke çocuk olarak kalsaydım” diye mızmızlandık. Çocukken büyümek gerçekleşiyordu da büyüyünce tekrar geriye dönülmüyordu. Çocukluk; yaşanmış, fakat tadı damağımızda kalmış bir hayat evresi olarak geçmişimizden göz kırpıyordu. Büyüdükten sonra çocuk olma isteği öylesine şiddetlenir ki, bazen saklı misketler çıkarılıp oynanır, bebekler bir yerlerde durur. Ayıcıklar odalarımızı süsler. Tekrar çocuk olsam, gibisinden hayaller şarkılara, kitaplara, hikâyelere konu olup bir tatlı serüven olur.
Şimdilerde düşünüyorum: Neden hepimiz “Keşke çocuk olsam…” diyoruz büyüdükçe. Cevabı içinde saklı: Çocuklar çok rahat; dertleri, sıkıntıları yok. Yarınları, geçmişleri yok. Çok fazla beklentileri, kaygıları yok vs. Bu sebeple, büyüdükçe çocukluğumuzu özleriz. Belki doğrudur. Evet, çocuklar rahatlar; ama bu belli bir yaşa kadar. Sonrası için bunu söylemek gereksiz. Yaşları biraz büyüdükçe, onlar da hissediyorlar hüznü, acıyı, ayrılığı. Ama kendilerine göre yollar bulup hayatın yıkıntıları altından çıkabiliyorlar hasarsız.
Babası askere giden iki yaşındaki Nurşin telefonu annesine götürüp, “Baba-Babba” diyebiliyor. Daha sonra gelmeyince, babasız hayatına dönerek eğlenip gülüyor. İki buçuk yaşındaki Batuhan istediği araba alınmadığında, “Para bitti. Babada para bitti” diyerek, alınan şekerle mutlu olabiliyor. Yani ağlasalar da sızlansalar da çabuk atlatıyor her hâli çocuklar.
O her şeyi unutan, hayata hep sımsıkı sarılan çocukluktu özlenen. Öyleyse büyüdükçe ne oldu? Neyi kaybettik? Küçük şeylerle mutlu olmayı unuttuk meselâ. Yaşanan her olayda—bir hikmet vardır—demeyi sadece dilimizle söyledik, yaşayacak kadar anla(ya)madık. En çok istediklerimize kavuşamayınca, “Vardır bir hayır” diyemedik, günlerce üzülürken. Gidenlerin ardından ağlarken, hayatımıza devam edemedik; hep o anda kaldık, bir türlü çıkamadık. Zamanla sabretmemiz gerektiğini biliyorduk; ama yaşadıklarımıza ve yaşayacaklarımıza dağıttıkça sabrımızı, yaşananlara bir şey bırakmadık sabırdan.
Aslında insan unutmalı bazen. Hayatında olan birçok hatırayı, olayı, yüzü, ismi. Çocuk gibi yani, çocukça yaşar gibi. Onlar da unutmuyorlar mı ya da ertelemiyorlar mı birçok şeyi? Ve onlar gibi üzüntülerimizin içinden mutlu olacak yollar bulmalıyız. Küçük; ama ucuz sevinçlerimiz olmalı. Arkadaş bulamadığımızda tek başımıza evcilik oynar gibi, dostu olmalıyız kendimizin. Yani hayata dair alternatiflerimiz olmalı.
Acaba çocuk gibi yaşamak için neyimiz eksik? Sorun, yaşlarımız mı? Komik mi oluruz çevremize karşı? Oysa kim bilecek hayata nasıl bakıp nasıl düşündüğümüzü? Kimden çekiniyoruz öyleyse?
Tıpkı hikâyedeki küçük kız gibi, amcalar tarafından beğenilmeyen resimlerimizi, bir şekilde çeşitli motiflere büründürerek yine çizsek ya hayatımızda! Ve içine de sadece bizim görebileceğimiz küçük sevinçler eklesek… Çok mu masraf yapmış oluruz kendimize?
“Babası İspanya’nın en ağır siyasî cezalarının verildiği bir hapishanede mahkûmdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi. Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkûmlara verilmesi yasaktı. Bu sebeple kâğıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı. Çok üzülmüştü küçük kız. Babasına söyledi bunu, o da ‘Üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?’ dedi. Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu: ‘Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?’ Küçük kız babasına eğilerek, sessizce: ‘Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!’”
06.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|