Regensburg konuşmasıyla, İstanbul ruhu tam bir tezad ve ters iki istikamet teşkil ediyor. Birisi Haçlı Savaşlarına ve Ortaçağ’a doğru geriye bir dönüş iken, diğeri de detente yani yumaşama ve çoğulculuğa ve üçüncü bin yıl ilahiyatına doğru bir ilerlemeyi temsil ediyor. Ziyaret, İstanbul’daki fayı ve hattı bir nevi köprüye dönüştürme görevi ifa etti. Bu keskin iki viraj hem Müslümanların, hem de Katoliklerin kafasını karıştırdı. Kimbilir belki Papa’nın bizzat kendisinin bile kafası karışmış olabilir. Bu durumda ‘neye niyet, neye kısmet’ denilir. Ahmet Altan’ın da yazdığı gibi, bunun sonucunda en azından Papa Türkiye’deki bir kesimin gönlünü kazanırken ve gönlünü İstanbul’a kaptırırken (yarısını İstanbul’da bıraktığını söyledi ki, diğer yarısı da Roma’da olmalıdır) şimdi de kuşkulanma sırası bizzat Katoliklere geldi. Onlar da hızlı ve o denli keskin süreci yorumlamaya ve hazmetmeye çalışıyorlar. Yine Ahmet Altan’ın tespitindeki, şimdi de kimi Hıristiyanlar Papa’dan nefret ediyorlar. Bu kesimler Mesih’in mesajını nefret olarak algılamış olmalılar. Anlamaya çalışanlar ve sevgi gözüyle bakanlar ise elbetteki bu yeni açılım veya detente yaklaşımından memnun kalmış olmalılar. Farklı öngörülerle çıkılmış bir yolculuk herkes için sürpriz ve şaşırtıcı gelişmelere sahne oldu.
Bu bağlamda, yine Ahmet Altan şunları yazdı: “Sanırım, Papa hâlâ Vatikan’daki odasında ‘İstanbul’da ne oldu, ben ne yaptım’ diye düşünüyordur.” Dolayısıyla burada bir giz ve muamma var. O süreci değil, süreç onu etkilemiş oldu. Umulan başka, gerçekleşen başka oldu. Kimileri bunu, ‘ince Vatikan diplomasisi’ne ve ayarına bağlıyorlar. Halbuki Lütfullah Göktaş’a göre gelişmeler önceden planlanmamıştı. Sultanahmed ziyareti gibi. Dolaysıyla süreç kendi istikametini kendi belirledi. Lütfullah Göktaş gibi arkadaşlar bundan olumsuz bir sonuç çıkartıyorlar. Zira niyetle uygulamanın süreç içinde belirsizleştiğini ve farklılaştığını söylüyorlar. Biz ise bunda, sürece ilâhî iradenin katkısını görüyoruz.
***
Hitler döneminde Türkiye’ye sığınan Alman bilim adamlarından Prof. Frnitz Neumark 1979 yılında bir İstanbul ziyareti esnasında katıldığı toplantıda Rudyard Kipling’in ‘Batı Batı’dır, Doğu Doğu’dur asla buluşamazlar’ sözü ve hükmü doğrultusunda şunları söylemiş: “İçtenlikle itiraf etmeliyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez, sevmesi de mümkün değildir. Türk ve İslâm düşmanlığı yüzyıllardır Hıristiyanların ve Kilisenin iliklerine kadar işlemiştir...” İşin bu boyutu elbette zor olan kısmı. Kavuşmaya engel olan bu önyargı duvarlarıdır. Ziyaret kısmen de olsa bu duvarların aşılmasına yardımcı olmuştur. Yardımcı olduğu nispette de bu duvarların arkasında duranların tepkisini çekmiştir. Sözgelimi Fox News’te Papa’nın Türkiye ziyaretini yorumlayan Rahip Jonathan Morris kendisi gibi tepkililer namına tepkisini şöyle dışa vurmuş: “Sultanahmed’deki tarihî duanın ve yönelişin ardından (silence prayer) Hıristiyanlar öfkeden deliye döndüler. Bu yakınlaşma (detente) İslâm dünyasının bir kısmını ne kadar mutlu ettiyse Papa’nın kendi tebası olan bazı Hıristiyanları da o derecede rencide etti. E-posta kutum, Papa’nın terlikle bir camide dolaşmasını, ‘utanmaz bir putperestlik’ gibi gören Hıristiyanların öfkeli mesajlarıyla doldu. Dinlerarası diyalog ile putperestlik arasındaki teolojik hat gayet ince...” Aynı bağlamda Amerikan New York Times gazetesi , ‘İğnesiz Papa’ başlığıyla yayınladığı bir yazıda bazı Katolik grupların Papa’nın kendilerini terk ettiğini düşündüklerini yazdı. Gazete “Bu utanç verici. Papa tartışmada bizi tek başımıza bıraktı ve çekildi” diye yazan Katoliklerin İstanbul gezisinden memnun kalmadıklarını da kaydediyor. Gazeteye konuşan ve Papa hakkında bir de kitap yazan David Gibson ise Papa’nın Türkiye ziyaretiyle birlikte gerçek bir siyasetçi kimliğini büründüğünü savunuyor. Gerçekten de bunlar da Papa’nın Regensburg konuşmasından dolayı doğrudan ve açık bir şekilde özür dilemesinin nasıl bir zorluk taşıdığını gösteriyor. Sadece yanılmazlık noktasında değil temsiliyet noktasında da Papa’nın yalın bir şekilde özür dilemesi imkânsız gözüküyor. Zira hâlâ ne Katolikler ne de tümden Hıristiyanlar bu olgunluğa erişmiş değiller.
***
Hatta Kilise’nin İslâm’a yaklaşımını yetersiz ve pasif bulan bir Alman papaz kendisini yakarak intihar etmiştir. 73 yaşındaki Papaz geride de bir mesaj bırakmıştır: “İslam’ın bu şekilde yayılmasından dolayı derin bir endişe içindeyim. kilisenin bu umursamaz tavrı da beni bitiriyor (Mecelletü’l Ezher, December 2006, s : 1796).” Bunlar Papa’nın ne kadar zor bir durumda olduğunu gösteriyor. Ama Regensburg süreci olmasaydı İstanbul ruhu veya barışı da olmayacaktı. Birçok hayır şer yoluyla gerçekleşir. Regensburg da böyle bir şerdi ve Araplar bunu ‘şerrun la budde minhu/yani gerekli olan şer’ şeklinde ifade ederler. Papa gerçekten de nazik bir konumda. Cemal Uşşak ve Hasan Pulur’un da ifadesiyle bazılarımız Papa’ya kelime-i şehadet getirterek Müslüman yaparken bazı Hıristiyanlar veya Katolikler de onu Hıristiyanlık halkasından çıkarıyorlar. Antipapa veya AntiChrist ilan edebilirler. Basın da öyle yapmadı mı? Riskleri abarttığı gibi sonuçları da abarttı. Ya bir tarafa ya da öteki tarafa savruluyoruz. Dengeyi tutturamıyoruz. Ama yine de şahsen İstanbul ruhunun maya tutacağına kaniim.
06.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|