Papa’nın Türkiye ziyareti Ankara ayağında karşılıklı jestlerle tamamlandı. Her iki taraf da jest tadında diplomatik manevralarda bulundular ve diplomasinin esnek ve dolambaçlı dilini kullandılar. Bu dolambaçlı kıvrak dile aşina olmayan Amerikan yerlileri, “Beyaz adam çift dille konuşuyor” derlerdi. Bu noktada sanki Time dergisinin tavsiyelerini hayata geçirdiler. Vatikan Vali Yardımcısı Renato Bocardi, 16’ıncı Benediktus’un ziyaretinin bizatihi İslâma karşı bir jest ve hürmet göstergesi olduğunu söylemiştir. Bunu bir nevi gönül alma, köprü kurma veya tamir girişimi olarak değerlendirebiliriz.
Esasında, İngiliz ve Rus basınının yazdığı gibi, Ortodoks eksenli bir ülke intibaı veren ziyaret bu karşılıklı jestlerle birlikte bir nevi gölgelenmiş ve siyasî bir şemşiyenin altına girmiştir. Jest ve cemile konusunda Papa yalnız kalmadı. Çift taraflı bir jest trafiği yaşandı. Daha önceden ilân edilmiş olmasına rağmen NATO zirvesine gidecek olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Papa’yı uçağın apronlarında karşılamış ve 20 dakikalık bir görüşme gerçekleşmiştir. Hükümet Ankara’yı boşaltıyor haberlerinden sonra bu durum hem bir sürpriz, hem de bir jest niteliği taşımıştır. Galiba basının yumuşatmasıyla bunun ötesine de geçen Başbakan jest yapayım derken kantarın topuzunu kaçırmıştır. Hiç gereği yokken Türk halkının yüzde 95 nispetinde Müslüman olduğunu ileri sürmüştür. Bu jesti aşan ve tefrite ve gereksiz tartışmalara kapı aralayan bir gedik olmuştur. Ve tehlikeli bir süreci de tetikleme ihtimalini de beraberinde getirmektedir. Bu arttırma ve eksiltme girişimlerine hız verecek bir menfezdir. Bu tür oranların veya nispetlerin ulu orta serd edilmesinde bir yarar yoktur. Meseleyi daha da kızıştırır. Manipülatif yeni zeminlere kapı aralar. Sözgelimi yine bu bağlamda Arnavutluk’ta tehlikeli bir süreç başlamıştır. Bu süreç çerçevesinde yüzyıllarca çoğunluğu teşkil ve temsil eden Müslüman Arnavutlar bazı belge veya çalışmalarda azınlık olarak gösterilir olmuştur. Hıristiyanlar rakamlar üzerinde oynamalarla çoğunluk hale getirilmiş ve bunun da Müslümanlar üzerinde olumsuz psikolojik yansımaları olurken diğerleri üzerinde de doping etkisi yapmıştır. Fikret Karçiç gibiler bazı almanaklarda veya Avrupa’nın demografik yapısını analiz eden kitaplarda Müslüman kimlikli Boşnaklara yer verilmediğini esefle yad etmektedir. Bu noktalarda gedik açmak veya meseleyi tartışma zeminine çekmek yanlış ve tehlikelidir. ve bu jest o seviyede kalmaz zafiyete dönüşerek arkası gelir. Bu itibarla, Erdoğan’ın jestleri tartışmalı olmuştur.
***
Buna mukabil Papa 16’ıncı Benediktus da bazı jestlerde bulunmuştur. Bu mânâda Haçsız Sefer başlıklarıyla 16’ıncı Benediktus’un haçını gizlediğine vurgu yapılmıştır. Ama maiyetindeki ve ona eşlik eden kardinallerin göğüslerini süsleyen istavrozlar parıl parıl parlıyordu. Bu durumda Papa’nın haçını gizlemesinin bir anlamı yoktur. Papa’nın ikinci jesti ise AB noktasında olmuştur. Ancak unutmamak gerekir ki, Erdoğan’ın sualine mukabil verilen bu belli belirsiz destek Kıbrıs görüşmelerinin kesilmesiyle sürecin veya trenin yavaşlamasına denk gelmiştir. Üstelik bu jest miydi, yoksa diplomatik bir manevra mı o da pek net değil.
Independent bu jesti sayfalarında şöyle değerlendirmiştir: “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Papa ile görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada, kendisinden Türkiye’nin AB’ye girme çabalarına destek vermesini istediğini duyurdu. Oysa herkes biliyordu ki Papa, henüz Kardinal Joseph Ratzinger olduğu günlerde Müslüman olması Hıristiyan Avrupa ile tezat oluşturduğundan Türkiye’nin üyeliğine şiddetle karşı olduğunu açıklamıştı. Buna rağmen Başbakan, ‘Peki Papa bu konuda yardım edecek mi?’ sorusunu havada kaptı ve ‘Evet’ dedi. Peki Papa gerçekten böyle mi demişti? Hazırlıksız yakalanan Vatikan’ın, kendi açıklamasını hazırlaması 3 saat sürdü. Sonunda sözcü şu açıklamayı yaptı; ‘Papa’nın bu konuda devreye girecek ne gücü, ne de siyasî görevi vardır. Ancak kendisi buna olumlu bakıyor ve Türkiye’nin ortak değerler temelinde Avrupa Birliği’nde yer alması için diyalogu destekliyor.’ Bu cevap, Papa’yı daha önce dile getirdiği görüşlere ters düşmekten kurtararak, her iki şekilde de yorumlanabilecek bir belirsizlik doğurdu.”
***
Papa Gül’ün yemek davetini ‘fanilerin veya dünyevilerin sofralarına oturmuyoruz’ diye geri çevirmişti. AB noktasında da siyasetçilerin işleriyle ilgilenmediklerini söyledi. Maiyetindeki kardinallerin kilolarından da anlaşıldığına göre, dünyevilerin sofralarına oturmasalar da dünyalıkların çok da uzağında olmadıkları anlaşılıyor. Papa’nın üçüncü jesti de İbrahimî Allah inancı veya vurgusuna atıfta bulunmasıydı. Aynı atfı daha önce Yeni Asya’da da yayınlandığı gibi Thomas Michel yapmıştı. Ama İbrahimî gelenekte Hıristiyanlıktan başka teslis inancı olan başka bir kol yok. Ankara konuşmasının hilafına Regensburg konuşmasında İslam’daki Allah tasavvurunun aşkın dolayısıyla erişilemez ve ulaşılamaz olduğunu ve aklın sınırlarını da zorladığını veya aştığını söylemişti. Bu ‘Allah tasavvurlarımız ayrı’ demektir. Fakat Ankara’da köprü olmak istemiş ve Regensburg konuşmalarını tamir edici nitelikte konuşmuştur. Barış ve kılıç yanlışını da Bardakoğlu tashih etmeye çalışmış ve “İslâm barış dinidir, şiddet ithamı bizi üzüyor” demiş buna mukabil Papa da onaylar makamda, “Hiçbir terör olayı bir dine mal edilemez” diyerekten bu konuşmaya dolaylı ve yuvarlak bir şekilde katılmıştır. Bardakoğlu’nun, “Dinî liderler önyargıların kölesi olmamalıdır” sözleri The Times gibi gazeteler tarafından Reis’ten Papa’ya cevap şeklinde yansıtılmıştır. Velhasıl, Regensburg’dan Ankara’ya; Papa mı değişti, yoksa zaman mı? Onu da yine zaman gösterecek.
30.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|