Zaman zaman kasıtlı olarak gündeme getirilen ve Bediüzzaman Said Nursî isimiyle de irtibatlandırılan "zararlı cemiyetler" meselesine, daha evvel birkaç yazıyla temas ettiğimizi hatırlarsınız.
Öyle anlaşılıyor ki, bazı şahıs ve klikler, bu hususları adeta temcit pilacı gibi ikide bir ısıtıp ısıtıp servis yapmaktan lezzet alıyor.
İşte bu kervana dahil olan tipik bir örnek daha...
Mustafa Yıldırım isimli şahıs tarafından kaleme alınan ve doğrudan Bediüzzaman Said Nursî'yi hedef alan "Meczup Yaratmak" isimli kitabı, ne yazık ki baştan sona itham, isnat ve karalamadan ibaret.
Meselâ, 146. sayfasında şu ifadeler yer alıyor: "Cumhuriyet öncesinde, Kurtuluş Savaşı sırasında katıldığı Kürt Teali Cemiyeti, Müderrisin Cemiyeti gibi örgütlerde kurucu ya da yönetici olması, 31 Mart kalkışmasında görev alması..." (Age, Ulus Dağı Yayınları, Ağustos 2006, Ankara.)
Böylelikle, bir asırdır sürüp giden karalama kampanyasına bir yenisi daha eklenmiş oldu.
Tıpkı diğer benzerleri gibi, bu kitaptaki isnat ve iddialardan hiçbiri, mahkeme kayıtlarına dayanmıyor. Dolayısıyla, adâletle iş görmüyor, temel hukukla bağdaşmıyor.
Halbuki, Bediüzzaman Hazretlerinin hem kendisi, hem eserleri, hem de talebeleri yüzlerce mahkemeden geçtiler. En ağır ithamlarla yargılandılar; ancak, hepsinden de beraat ettiler. Cezaî müeyyideyi gerektirecek "zararlı" bir tek fikir veya fiilleri tesbit edilemedi.
Binlerce teessüf olsun ki, sayısız mahkemenin suç bulamadığı ve hukuken cezalandıramadığı bir insan, kendilerini araştırmacı, yazar, yahut akademisyen gören bazı kimseler tarafından fütursuzca karalanmaya çalışılıyor.
Fakat, hiç zannedilmesin ki bu meydan boştur. Tamir işi zordur gerçi; ama, bizler de her vesileyle bu meydanı delillerle, belgelerle, şahitlerle dordurmak gibi şerefli bir vazifyle muvazzaf olduğumuzu bir kere daha hatırlatmak isteriz.
Söz konusu kitabı temin edip bize gönderen Orhan Alagöz arkadaşımıza teşekkür ederken, bu vesileyle bir hususu daha dikkatinize sunmak istiyoruz.
Akademik cevap
Bundan 7–8 sene kadar evvel, yine bir "zararlı cemiyet" isnadıyla karşı karşıya kalmıştık.
1998'de Konya'da basılan ve Selçuk Üniversitesinde ders kitabı olarak okutturalan bir eser vardı.
Dört kişilik bir heyet tarafından hazırlanan "Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi" isimli bu kitapta, Bediüzzaman Said Nursî doğrudan hedef alınmış ve bu mümtaz şahsiyet "zararlı cemiyet kurcusu" olarak itham edilmişti.
Biz de, 1999 Temmuz'unda kitaptaki ithamları delillerle, belgelerle çürüten cevaplar vermiştik.
O günler "tatil mevsimi" olması hasebiyle, çoğu okurumuz on gün kadar devam eden o dizi yazıyı takip edemedi. İnternet arşivinde de bulunmuyordu. İsteyenlere ise, bilâhare o tefrikanın fotokopilerini gönderdik.
Şimdi ise, o hacimli çalışmayı bir arkadaşımız yeniden dizerek "sanal ortam"a aktarmış bulunuyor.
Cemil Yüzer kardeşimiz, uzun süredir uğraştığı bu hizmeti, nihayet tamamladı ve bütün internet kullanıcılarının istifadesine sundu.
Web adresi şöyledir:
http://www.risaleforum.com
Ayrıca, şu linke tıklayarak da söz konusu dosyaya doğrudan ulaşabilirsiniz:
http://www.risaleforum.com/forum_posts.asp?TID=4857&get=last#22836
NOT: Bu adreslere ulaşmakta veya yazıları temin etmekte zorluk çekenler olursa, durumu bize bildirsinler, kendilerine doğrudan inşaallah yardımcı olmaya çalışalım.
Günün Tarihi
Zikirhaneler kapatıldı; "Hakimiyet milletin(!)" oldu
30 Kasım 1925: Meclis'te olağanüstü bir gün daha yaşandı. Bugün itibariyle çıkartılan kànunlar ve yapılan değişiklikler, adeta baş döndürücü bir hızla gelişti. Şöyle ki:
1) Beş gün önce (25 Kasım) "Şapka Kànunu"nu tasdik eden Meclis, bugün da sarık ve diğer dinî kıyafetlerin giyilmesini yasaklayan kànunu kabul etti.
2) Meclis, yine aynı gün içinde, bilumum zikirhanelerin kapatılmasını ön gören kànunu kabul etti. Böylelikle "Allah, Allah..." diye zikir çekmek yasaklanmış oldu. Bu kànun metninde yer alan ifade şöyle: "Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına, türbedarlık ile bir takım unvanların men' ve ilgasına dair kànun..." (Bkz: Zabıt Ceridesi, XIX Cilt, s. 312.)
3) Ne gariptir ki, zikirhanelerin kapatılarak "Allah, Allah" demenin yasaklandığı aynı gün, Meclis kürsüsünün arkasındaki duvarın salona bakan cephesine “Hakimiyet Milletindir” levhası asıldı.
* * *
Demokrasilerde, rey sahibi millet olduğu gibi, iradesini hür olarak beyan etme hakkı da ona aittir.
Ancak, o tarihlerde Türkiye'de demokrasinin varlığından söz etmek kadar abes birşey olamaz. Zira, muhalefeti temsil eden biricik parti TCF, bir takım bahanelerle keyfi bir sûrette kapatıldı. Ülke, tek partinin hegemonyası altına girdi. Demokrasiden, dolayısıyla milletin iradesinden de eser kalmadı.
Tuhaflığa bakın ki, bu garabetli manzaranın tepesine "Hakimiyet Miletindir" tabelası konduruldu.
Aslında, bu aldatmacanın zımnında yatan mânâ şuydu: "Allah'ın hakimiyetine–hâşâ, sümme hâşâ–son vermiş olduk."
Nereden nereye
Vaktiyle türbe ziyaretlerini yasaklayan Türkiye'nin, bu kulvarda nereden nereye geldiğini göstermesi bakımından, resmî ajansın, yani Anadolu Ajansının 10 Kasım 2006 tarihli aşağıdaki resimli haberini nazara vermekte fayda var.
30.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|