Aktüel gelişmelerin hayhuyu içinde, ne yazık ki Kazakistan'da Türk ve Kazak işçiler arasında yaşanan gerginlik bir derece unutuldu.
Oysa, iyileşme yönünde henüz değişen bir durum yok. Kaldı ki, iki tarafın resmî makamları tarafından şimdiye kadar gerginliği giderecek herhangi bir çalışma da yapılmadı. Dolayısıyla, mevcut sıkıntılar aynen, hatta yer yer artarak yaşanmaya devam ediyor.
Bazı kesimlerde artık dayanılmaz noktaya varan sıkıntılardan, oradaki işçi kardeşlerimiz bizi çeşitli vasıtalarla haberdar ediyor. Türkiye'nin, hükümetler bazında bu konuyu mutlaka gündeme taşımasını ve diplomatik yollarla bu sıkıntıları giderecek bir çözüm yolunun bulunmasını istiyorlar.
Kazakistan'daki işçilerimizden aldığımız bilgiye göre, şu anki durum şudur: Bugün itibariyle üç bine (3000) yakın Türk işçisi halen o ülkede çalışıyor durumda. Fakat, hiçbirinin de içi rahat değil. Çok ağır bir baskı ve tazyik altında bulunuyorlar.
İşçiler, her an için hiç umulmadık birileri tarafından vurulmak, hatta darp edilmek endişesi taşıyorlar.
Yakın zamanda yaşanan göç dalgasından sonra, baskıların azaldığı zannediliyor. Oysa, durum hiç de öyle değil. Yerli işçiler, Türkiye'den gelen işçilere diş bilemeye devam ediyor. Küfür ve hakaretin bini bir para.
Türkiye vatandaşı olan işçilerin varlığını bir türlü kabul edemiyorlar. Bir şekilde işi bırakıp gitmesini istiyorlar.
Bunun için de, ellerinden gelen her türlü baskı ve yıldırma metodlarını kullanıyorlar. Tahammülsüzlüğe paralel olarak, gerginlik de had safhaya varmış durumda.
Daha fecî hadiselerin yaşanmaması için, yetkililerin derhal harekete geçmesi lâzım. Hatırlatırız.
SIR
Papa, Ağca ve İncil
Hapiste olan M. Ali Ağca, iyi bir zamanlama yaparak ''yeni bir İncil'' yazdığını duyurdu.
Kardeşi ve avukatı tarafından, 100 sayfayı bulan ve Mükemmel İncil adı verilen bu kitabın yayına hazır olduğu açıklandı.
Yazar olarak "Mesih Mehmet Ali Ağca'' ismi tercih edilmiş.
Papa'nın Türkiye ziyaretine günü gününe denk düşen bu sürpriz çıkışın ne derece etkili olacağını şimdiden kestirmek zor.
Ancak, Ağca'nın eski Papa ile de direkt ve dolaylı münasebetleri düşünüldüğünde, bu işin içinde "bir gizli iş" olduğu ihtimali hemen hatıra geliyor.
Günün Tarihi
Maddeci arayışların damızlıkcı ismi:
Dr. Abdullah Cevdet
29 Kasım 1932: Tıptan felsefeye, gazetecilikten siyasete, Kürtçülükten Türkçülüğe, şairlikten yazarlığa, tercümeden telife kadar birçok sahada zirveye oynamış, sonunda ise dinsizlikte karar kılmış (bu yüzden de cenaze namazı kılınamamış) olan Dr. Abdullah Cevdet İstanbul'da öldü.
Uzun yıllar Yeni Asya'da yazarlık yapmış olan tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı, Dr. Cevdet'in cenaze töreni ile ilgili olarak şunları anlatır: "Abdullah Cevdet, Allah'a inanmadığını söylüyordu. İslâm harflerinin şiddetle aleyhinde bulunuyordu. Dinî değerlerin çoğuna karşı olduğunu yazıp söylüyordu. İşte bu adam ölünce, cenazesi Ayasofya Camiine getirildi. Öylece musalla taşında duruyordu. Hocalar da namaz kıldırmaya yanaşmıyordu. Bunun üzerine cenaze, belediyenin bir arabasına konularak götürüldü." (15 Kasım 1983, Yeni Nesil)
Kimdir bu şöhretli ateist?
Dr. Abdullah Cevdet, 1869'da Arapkir'de (Malatya) doğdu. Etnik kökeni itibariyle Kürt olarak biliniyor. Ancak, Kürtlerin ekserisi dindar ve onun babası da "tabur imamı" olmasına rağmen, kendisi zamanla adeta karakter değiştirircesine bambaşka bir şahsiyete büründü.
Tahsil hayatı şöyledir: İlk tahsilini Arapkir'de ve Hozat'ta yaptıktan sonra Elaziz Askerî Rüşdiyesini bitirdi. Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisinden de mezun olduktan sonra Mekteb–i Tıbbiyeye girdi. Buradan da doktor olarak mezun oldu.
Hayatının bu ilk devresinde, dinden maneviyattan tümüyle sıyrılmış değildi. Hatta, yazdığı bazı şiirlerinde kâinattaki İlâhî tekâmül kànununa dikkat çekici ifadeler bile kullanıyordu. İşte bir örnek:
Her zerrede temayül âyandır tekâmüle;
Her soyda füyûz–u hüveyda–nümâ ile.
Bir nokta–i kemâle şitâb üzre kâinat;
Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat.
(Bkz: B. S. Nursî, Muhakemat, İkinci Mukaddeme; Kahriyat'tan naklen.)
İşte, başlangıçta bu düşüncede olan Dr. Abdullah Cevdet, zamanla değişerek, sırasıyla Kürtçü, Türkçü, maddeci ve dinsiz olup öyle gitmiştir.
Yüzünü Batı'ya çevirdi
Dr. Abdullah Cevdet, İstanbul'da tutunmaya başladıktan sonra, yüzünü Batı'ya çevirdi ve daha çok Batılı filozofların tek yönlü eserlerini okuyup incelemeye başladı. Haliyle, bu eserlerin çok tesirinde kaldı. Gücü yettiğince bunları tercüme ile kendine ait İçtihad yayınları arasında neşretti.
Neşrettiği kitaplar arasında en çok tahripkâr olanı ise, Dr. Dozy'nin "Tarih–i İslâmiyet" isimli eseridir.
Dr. Cevdet, tercüme ettiği bu kitaba ayrıca kendisi bir "önsöz" yazdı ki, bu da en az kitaptaki ifadeler kadar Hz. Muhammed'e (asm) yönelik tezyif ve hakaret unsurlarıyla doluydu.
1910'de bu kitap yasaklandı ve toplatıldı. Daha sonra iş mahkemelik oldu. Neticede "peygambere hakaret" maddesinden Dr. Cevdet suçlu bulundu. Temyiz aşaması çok uzun sürdü ve tam da cezanın uygulanması safhasına gelindiğinde, yeni Ankara hükümeti tarafından Osmanlı Şer'iye Mahkemeleri kapatılmış oldu.
Böylelikle, dâva düştü ve Dr. Cevdet yeni yönetimce adeta kahraman olarak el üstünde tutulmaya başlandı. Ayrıca, kitapları yeniden basılarak tahsilli kesimin istifadesine (!) sunulmuş oldu.
Türkçülerle de arası bozuldu
Uzun yıllar ırkçı Türkçülerle de arası iyi olan ve müşterek çalışmaları bulunan Dr. Abdullah Cevdet, son demlerinde ortaya atmış olduğu "Avrupa'dan damızlık adam ithali" görüşü yüzünden, bu kez onlarla ters düşmeye başladı.
Değişik kaynaklarda değişik ifadelerle aktarılan bu hususla ilgili sözlerin aslı büyük ihtimalle şöyle olsa gerektir: "Başta frengi olmak üzere daha birçok hastalık Türk ırkını çirkinleştirdi. Irkı güzelleştirmek için, neredeyse Macaristan’dan erkek ithal etmemiz gerekecek."
İşte, onun bu tarz bir görüşü seslendirmiş olması, bilhassa "Bir Türk dünyaya bedeldir" sözünü bayraklaştıranları adeta şoke etti. Neticede, "İsa'ya da, Musa'ya da yaranamayan" Dr. Abdullah Cevdet, orta yerde yapayalnız kaldı. Üstelik, kimi odaklar tarafından dinsizliği teşvik eden kitapları pür iştahla yayınlanmasına rağmen...
Ölümüne yakın bir zamanda yakınında bulunanların anlattıklarına göre, Dr. Abdullah Cevdet "Takıldı kaldı fikrim, bir nokta–i tevhitte" diye diye göçüp gitmiş. (Bkz: Son Şahitler'den Mehmet Fırıncı'nın hatıratı.)
29.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|