Türkiye’nin gerçeklerinden habersiz olanlar, attıkları her adımda batağa biraz daha saplanmış oluyorlar. İşlerin kolay halledilme imkânı varken, yanlışta ısrar ve inad edenlerin, “Amerika’yı yeniden keşif yürüyüşüne çıkanlardan” ne farkı var?
Atılan fitne tohumları ve ekilen rüzgârlar sebebiyle ‘fırtına’ biçilen bir dönemdeyiz. Hemen her gün, hatırlatmaktan hicap duyduğumuz ‘tecavüz’ hadiseleri yaşanıyor. Yapılan çirkinlikler o derece ayyuka çıkmış ki, insanlar hadiseleri tahlil edip, ‘Bütün bunların sorumlusu kim?’ sorusunu dahi akıllarına getiremiyor.
Şırnak’ta yaşanan çirkin bir hadise sonrası, infiale gelen halkı teskin etmek için devreye ‘şeyh’in girmesi, Türkiye’yi ‘idare edenler’e bir şeyler hatırlatmalı. İsterseniz önce “Sapığa linci, panzerdeki şeyhin konuşması önledi” başlığıyla verilen haberi kısaca hatırlatalım: Şırnak’ta 2 kız çocuğuna tecavüz ederek öldüren ve 6 çocuğu da benzer şekilde rahatsız ettiği iddiasıyla tutuklanan bir ‘sanık’ ilçe halkı tarafından linç edilmek istenmiş. Hastahane kapısına toplanan halk, “Sapığı bize verin, linç edelim” diye sloganlar atmış. Polis ve asker, halkı teskin etmekte yetersiz kalınca devreye Baki Kutlu isminde, bölgede ‘şeyh’ olarak bilinen imam-hatip girmiş. Başında sarığıyla polis panzerinin/aracının üzerine çıkan ‘şeyh,’ halkı sükûnete çağırmış ve hadise daha fazla büyümeden önlenmiş. (Akşam, 5 Aralık 2006)
(Aynı haber, pek çok gazetede yer aldı. Ancak, hadisenin bu yönüne yeteri kadar dikkat çekilmedi.)
Bu ve benzeri hadiseler Türkiye’de ilk defa yaşanmıyor. Halkı Müslüman olan Türkiye, her zaman ‘din âlimleri’ni dinlemiş ve onlara değer vermiştir. Buna benzer hadiseler Kurtuluş Savaşı yıllarında da olmuştur. En bilinen örneği, Sütçü İmam örneğidir ki, Cuma günü camide hutbe okurken; “Vatanımız işgal altındayken biz burada kalamayız” diyerek düşmana bayrak açmıştır. Aynı şekilde, savaş sırasında bütün Türkiye’de düşmanla mücadele edenlerin başında din alimleri/hocalar bulunmuştur.
Daha yakın tarihlere gelirsek, Erzurum’da yaşanan benzer bir infialde, Naim Hoca (Gölleroğlu) halkı teskin etmiş ve linç hadiselerinin önüne geçmiştir. Benzer hadiseleri sıralamak mümkün, ama gerekli mi?
Bütün bu örnekler, dine, din eğitimine ve gerçek âlimlere olan ihtiyacı göstermiyor mu? İşte Türkiye’yi ‘idare edenler’in yanılgısı bu noktada ortaya çıkıyor: Dini ve dindarları dost bilmemek... Her defasında ‘irtica’ yaftasıyla millete öncü olabilecek din âlimlerini kötülüyor, engel olmanın yolunu arıyorlar. Oysa, gerçek din âlimlerinden ancak fayda gelir.
Türkiye’nin geneli böyle olduğu gibi, bilhassa Güneydoğu’ya bu konuda daha fazla dikkat etmek gerekir. Yine tarihten kısa bir hatırlatma yapalım: Bediüzzaman, Beytüşşebap’ta halkın ‘isyan’ ettiğini öğrenir. Sebebini sorar. “Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” derler. “Halbuki, bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.” (Tarihçe-i Hayat, s. 125)
Bu sebepledir ki, din ve İslâm; toplum hayatıyla mezc edilmeli ve onun birleştirici özelliğinden istifade edilmelidir. Yoksa, Şırnak’taki şeyhi polis panzerinin üzerine çıkartıp halkı teskin için hitap ettirmek ve (mesela) Fatih’teki şeyhi polis panzerinin içine hapsetmek çare değildir!
Türkiye’yi ‘idare edenler’ en önce bunun farkına varmalıdır...
07.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|