Diyarbakır’dan okuyucumuz: “Aklımda hep Yüce Yaratıcı var. Rahmetini ve gücünü düşünüyorum. Bu caiz mi? Bu düşündüklerim imanımı ne kadar etkiliyor? İmanımı güçlendirmek için ne yapmam gerekiyor?”
İnsan kendisine verilen sıfatlarla, kendisini Yaratanı bilmek, bulmak, tanımak, sevmek, itaat etmek ve bu istikamette kabiliyetlerini geliştirmekle yükümlüdür. Fakat elbette düşüncede sınırlarımız var. Allah’ın Yüce Zatını düşünmeye güç yetiremeyiz. Biz Allah’ın eserleri üzerinde kafa yorup Allah’ın büyüklüğünü ve rahmetini kavramakla mükellefiz. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm), “Cenâb-ı Hakkın sınırsız nimetlerini tefekkür ediniz. Fakat zatının mahiyetini düşünmeyiniz. Çünkü siz ulûhiyetin esrarını keşfedemezsiniz. Allah’ın azametini hakkıyla takdir ve ihata edemezsiniz”1 buyurmak sûretiyle dikkatimizi Allah’ın rahmet eserleri üzerinde yoğunlaştırmamızı önerir. Kur’ân’ın da tavsiyesi Allah’ın rahmet eserleri üzerinde yoğunlaşmamızdır.2
Risâle-i Nur, Allah’ın rahmet eserleri, varlıklar ve yaratılmışlar üzerinde Kur’ân rehberliğinde yoğunlaşan bir tefekkür hazinesidir. Okudukça imanımızı güçlendirir; taklitten tahkike çıkarır; işiterek inanma seviyesinden, düşünerek, sorgulayarak, araştırarak, görerek ve yaşayarak inanma derecesine yükseltir.
Saîd Nûrsî Hazretleri, Cenâb-ı Hakka “bilinen birisi” çerçevesinden bakılacak olursa bilinemeyeceğini; çünkü böyle bilginin kulaktan dolma ve taklit bilgiden öteye geçmediğini; Allah’ın ancak “bilinemez ve kavranamaz bir mevcut” unvanıyla bakılırsa tanınabileceğini; çünkü baştan, bilinmeyen bir mevcut oluşu kabul edildiği takdirde, Zât-ı Akdesin özünü ve mâhiyetini kavramaya çalışmak yerine, kâinâtı baştan başa kuşatan sınırsız sıfatlarını kavrama gayreti içine girileceğini, böylece Cenâb-ı Hakkı tanımanın ve büyüklüğünü kavramanın mümkün olacağını beyan eder.3
İnsana verilen azıcık ilim, birazcık kudret, küçücük irade ve sair sıfatların Cenâb-ı Hakkın sonsuz ilim, sınırsız kudret ve hadsiz irade gibi eşsiz büyük sıfatlarını anlamamız açısından bulunmaz bir ölçü kabul edilmesi gerektiğini beyan eden Bedîüzzaman Hazretleri; insanın biricik vazifesinin de kendi bünyesine konulan bu ölçücüklerle Hâlık-ı Zülcelâlini tanımak olduğunu kaydeder. Meselâ, der ki: “Sen, cüz’î iktidarın ve cüz’î ilmin ve cüz’î irâden ile bu hâneyi muntazaman yaptığından, şu kasr-ı âlemin senin hânenden büyüklüğü derecesinde, şu âlemin ustasını o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbîr bilmek lâzımdır.”4
İnsanın hiçlik, yoksulluk, zayıflık ve ihtiyaç içinde olmak gibi noksan sıfatlarının da, bu sıfatlardaki eksikliği sürekli olarak tamamlayan Yaratıcının yüce sıfatlarını gösterdiğini nazara veren Saîd Nursî Hazretleri; insanın hiçliğinin Allah’ın sonsuz kudretine; insanın zayıflığının Allah’ın sonsuz kuvvetine; insanın yoksulluğunun Allah’ın eşsiz zenginliğine; insanın ihtiyaç içinde yuvarlanışının ise Allah’ın sınırsız rahmetine en kuvvetli birer işaret olduğunu kaydeder.5
Bedîüzzaman Hazretleri, Allah’ın tüm sıfatlarının tüm kâinatı kuşattığını, Allah’ın varlıklara dayalı ilgi bölünmesinin ve bilgi eksikliğinin imkânsız olduğunu; “koca kâinatı idare edenin, küçük mahlûkatı başka ellere bırakmayacağını” beyan eder.6 Bedîüzzaman, Allah’ın zerre ile güneşi aynı kudretle yarattığını izah eder ve bu izahını şeffaflık, denge, düzen, soyutluluk ve itaat sırlarıyla ispat eder.7 Böylece, Allah’ın küçük şeyleri bilmediğini iddia eden felsefecileri eleştirirerek8; Sâni-i Kadir’in büyük varlıkları küçük şeyler kadar rahat îcad ettiğini, makro âlemi mikro âlem kadar kolay yarattığını, küçükleri de büyükler kadar sanatlı var ettiğini ispat eder.9 Bedîüzzaman, “Sizi de, yaptıklarınızı da yaratan Allah’tır,”10 ayetini hatırlatarak, kulun kendi fiilinin yaratıcısı olduğunu iddia eden Mu’tezileyi de Kur’ân’la susturur.11
Bedîüzzaman Hazretleri, ne küçük şeylerin, ne de kulun fiillerinin hiçbir şekilde Cenâb-ı Hakkın tasarrufu dışında düşünülemeyeceğini güneş ve nur misaliyle açıklar. Güneş esasen cismanî bir varlık olduğu halde, nuru bütün dünyayı kuşatmaktadır. Tek başına sınırlı bir bölgede bulunuyor iken, ışığı ve parlak eşya vasıtasıyla tüm dünyayı ihata etmektedir. Saîd Nursî burada sorar: “Cenâb-ı Hakkın Nur isminin maddî, cüz’î ve câmid bir âyinesi olan güneş böyle müşahhas iken küllî hükmüne geçebiliyor ise, küllî işlere mazhar olabiliyor ise, Zât-ı Zülcelâl, Ehadiyet-i Zâtiyesiyle beraber nihayetsiz işleri bir anda yapamaz mı?”12
Dipnotlar: 1- Suyûtî, Câmi’üs-Sağîr, 1/132; Aclûnî, Keşf’ul-Hafâ,1/311; 2- Rûm Sûresi, 30/50; 3- Mesnevî-i Nûriye, S. 111; 4- Sözler, S. 118; 5- Şuâlar, S. 68; 6- Sözler, S. 381; Mektûbât, S. 62; 7- Sözler, S. 486; 8- Sözler, S. 501; 9- Mektûbât, S. 242; 10- Sâffât Sûresi, 37/98; 11- Sözler, S. 405; 12- Sözler, S. 558; Mektûbât, S. 229
07.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|