Rize’de bir temel atma merasiminde konuşan Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, bilmem kaçıncı kere olmak üzere yine "şap ile şekeri karıştırma" cinsinden bazı sözler sarf etti.
Meselâ birbiriyle hiç imtizaç etmeyen "İslâmın aydınlık yüzü ile laikliği, Atatürkçülük ile dindarlığı" aynı paket içinde harmanlayarak öyle bir sunuş ile sundu ki, anlayabilene aşk olsun.
Zira, burada zorlamalı bir tevil var. Hatta, "zıtları birleştirme" gayreti var.
Oysa, zıtlar birleşmez. Şimdiye kadar olduğu gibi, kıyamete kadar da bu böyledir.
Eminiz ki, bu konuşma "zıtların imtizaçsızlığı"nı bilen hiç kimsenin ve hiçbir kesimin hoşuna gitmemiştir. Dahası, onları bir hayli rahatsız etmiştir.
Kendi adımıza açıkça ifade edelim ki, sayın Bardakoğlu'nun bu tarz beyanlarından şiddetle rahatsız oluyoruz. Büyük ihtimalle, daha başkaları da aynı derecede rahatsız olmuşlardır.
Daha geçen hafta Papa'ya karşı gösterdiği vakur ve izzetli duruşunu tebrik ve takdirle karşıladığımız sayın Bardakoğlu'nu, ne yazık ki, yukarıdaki söz ve yaklaşımlarından dolayı bu kez tenkit etmek durumundayız.
Bilemiyoruz, acaba kendisi mi durup dururken böyle zıtları birleştirme yolunda zorlamalı tevillere gidiyor, yoksa yakın danışmanları mı onu böyle ters istikametlere doğru yönlendiriyor?
Burada bir kez daha ifade edelim ki, bir diyanet işleri başkanından, din ve diyanet noktasında tartışma götüren, üstelik deşildikçe de çok su götüren bu tür konulara girmesini beklemiyoruz. Vatandaş ekseriyetinin de aynı durumda olduğu kanaatini taşıyoruz.
Tamam, resmî şahıslar tarafından, bu zıt mefhumları birbiriyle çatıştırmaya yönelik rijid sözler sarf edilmesin. Ama, lütfen hilâf–ı hakikat beyanlara da tenezzül edilmesin, böyle şeylere ihtiyaç duyulmasın.
Kimse çıkıp da, diyanet reisine "Laiklik ile İslâmı, Atatürkçülük ile dindarlığı niye birleştirmiyorsun, bunları niye kaynaştırmıyorsun?" diye soru sormaz, hele hesap hiç soramaz.
Ama, durduk yerde bu zıt mefhumları aynı pota içinde eritmeye, aynı paket içinde sunmaya çalışırsa, en başta kendimiz, bu yaptığının yanlış ve tutarsız olduğunu söylemek durumunda kalırız.
Yanlış anlaşılmasın, bu tavrımızı sadece diyanet reisine karşı ifade etmiyoruz; geçenlerde "Laiklik adam olmak demektir" diyen reisicumhura karşı da aynı duruşu gösterdik.
Şu kadarı var ki, bu tür din ile bağlantılı konulardaki bir yanlışın diyanet başkanından sâdır olması, bizi daha fazla üzmektedir.
Dolayısıyla, itirazımızla birlikte üzüntümüzü de ifade etmek durumundayız.
Günün Tarihi
İstiklâl Harbini kimler ne zaman başlattı?
4 Aralık 1918: Merkezi İstanbul'da bulunan Vilayâtı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti kuruldu.
Cemiyetin kurucuları, bu tarihten sekiz–dokuz ay sonra yapılan Erzurum Kongresinin de üyesi oldular.
Raif Hoca ile Süleyman Nazif'in teşvikleriyle kurulan İstanbul merkezli bu vatanperver cemiyetin Doğu Anadolu'da da peşpeşe şubeleri kuruldu. "Hadisât" ile "Albayrak" isimli gazeteleri yayınladı.
Daha sonraları "Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" ismini alan ve bir adım sonrasında da "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" çatısı altında birleşen bu cemiyetin Doğu Anadolu'daki şubeleri şunlardır: Erzurum, Elaziz, Diyarbekir, Sivas, Bayburt, (Doğu)Bayezid, Hasankale, İspir, Narman, Bitlis, Erzincan, Şebinkarahisar, Van, Hınıs, Tercan, Tortum ve Yusufeli.
Millî Mücadelenin isimsiz kahramanları
Pekçok kimse, "Kurtuluş Savaşı" dediğimiz Millî Mücadele hareketinin, M. Kemal ve 18 Osmanlı subayının 19 Mayıs 1919'da "Samsun'a ayak basması"yla başladığını zannediyor.
Oysa, bu zan yanlıştır ve bu yöndeki bilgiler eksiktir, dahası hatalıdır. Bir kısmı ise, kasten çarpıtmadır.
Zira, bir ismi de İstiklâl Harbi olan Anadolu ve Rumeli'deki "Harekât–ı Milliye", Mondros Mütarekesinden, yani 30 Ekim 1918'den hemen sonra başladı.
Özet olarak şunları söylemek mümkün: Mondros Antlaşmasının şartları hemen ertesi gün yürürlüğe girdi. Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkide bulunan Alman Askerleri, ardından da Osmanlı askerleri silâhtan arındırıldı. Antlaşma maddeleri diğer birliklere de iletilerek silâhlarını getirip teslim etmeleri istendi. Bu emre, Birinci Kafkas Kolordusu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa uymadı ve gizliden gizliye tahkimata devam etti. İttihatçılar, son kongrelerini yaptıktan sonra kimi kaçtı, kimi gizlendi, kimi de yargılanmaya başladı. İstanbul şiddetle çalkalandı.
Bu esnada, yani Kasım ayının daha ilk günlerinde İtilâf (düşman) devletlerine ait müsellâh harp gemileri Ege Denizinden gelerek Çanakkale Boğazından giriş yaptı. Karşılarında direnecek, harp edecek bir düzenli ordu yoktu. Ordu, antlaşma gereği zaten dağıtılmıştı.
İşte, tam bu vasatta hiç umulmadık bir gelişme yaşandı. Tarihe "isimsiz kahramanlar" olarak geçen ve Millî Hareketin fiilî öncüsü durumunda olan bu mahaldeki "millî kuvvetler", son derece kısıtlı imkânlarla harekete geçerek işgalci düşman kuvvetleriyle çatışmaya girdiler.
Esasen, bilfiil "Millî Mücadele Hareketi" de bu tarihte ve bu mevkide başlamış oldu.
Şüphesiz, yine aynı günlerde Anadolu'nun birçok yöresinde de benzer direnişler vuku buldu ve bu "millî müdafaa" zinciri halka halka büyümeye, kuvvetlenmeye başladı.
Dolayısıyla, Mayıs 1919'a gelininceye kadar, Çanakkale gibi Kars, Maraş, Antep, Urfa yöresi, Adana, İzmir, Aydın, Antalya'nın sâhil kesimleri gibi yerlerde de, istilâcı kuvvetlere karşı direniş hareketleri sergilenmiş ve bu uğurda pekçok şehit verilmişti.
Diğer müdafaa cemiyetleri
Son olarak, Mayıs 1919'dan evvel teşkil edilmiş bulunan Millî Hareket'in öncü konumdaki diğer kuruluşlarını da kısaca tanıtmaya çalışalım.
1) 5 Kasım 1918: Kars İslâm Şûrası: Bu yörenin İngiliz işgaline peşkeş edilmesi üzerine, Karslılar, kendi millî idaresini teşkil etmiş oldu. Bilâhare Millî Mücadeleye katıldı.
2) 1 Aralık 1918: İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti. Nureddin Paşanın gayretleri ile bölgedeki birkaç cemiyetle daha birleşen bu cemiyet, İzmir'in işgali esnasında merkezini Denizli'ye nakletmek zorunda kaldı.
3) 2 Aralık 1918: Trakya–Paşaeli Heyet-i Osmaniyesi: Merkezi Edirne'de olan bu heyet, bilâhare Ankara'daki Heyet-i Temsiliyenin isteği ile ismini Trakya–Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şeklinde değiştirdi. "Yeni Edirne" ve "Ahali" isimli iki gazete neşretti.
4) Kasım 1918: İstihlâs–ı Vatan Cemiyeti: Manisa'da kurulan bu cemiyet, daha sonra İzmir'le birleşti.
5) Mayıs 1919: Redd-i İlhak Cemiyeti: İzmir'in işgali (15 Mayıs) esnasında önce Balıkesir'de kurulan bu cemiyet, hızla yaygınlaştırıldı ve bölge genelinde muhtelif şubeler halinde faaliyete geçirildi.
6) Mayıs 1919: Heyet-i Milliye ve Müdafaa–i Vatan Cemiyetleri: Nazilli'de kurulan ve bilâhare "Nazilli Kongresi"nde birleşen Aydın, Muğla, Denizli, Burdur, Isparta Antalya vilayetleri ile Akhisar, Söke, Milas kazalarının millî müdafaa cemiyet ve temsilcileri.
7) 12 Şubat 1919: Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti: Bu merkezî cemiyete bağlı olarak Rize, Gümüşhane, Giresun ve Ordu'da aynı maksatlı şubeleri açıldı. Cemiyet, Erzurum Kongresinden sonra "Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti"nin şubesi olurken, Sivas Kongresi'nden sonra da "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti"ne dahil olmuştur.
8) 21 Aralık 1918: Kilikyalılar Cemiyeti: Bu cemiyet, İstanbul'daki Adanalı, Maraşlı, Antepli ve Tarsuslular tarafından kuruldu.
04.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|