Köpeklere yakıştırılan en bâriz vasıf "sadakat"tir.
Bu vasıf, aynı zamanda en yaygın olanıdır ki, dünyanın her yerinde kullanılıyor.
Evet, köpek sâdıktır ve her halükârda sahibine sadakatla bağlanan, ona vargücüyle hizmet eden bir hayvandır.
Yani, sahibi iyi kimse olsa da ona hizmet eder, kötü kimse olsa da.
Kezâ, sahibi yufka yürekli bir vejeteryen olsa da ona bağlı kalır, gaddar mı gaddar, inafsız mı insafsız bir avcı olsa da...
Hâsılı köpek, dürüst ve sadık olana da, yamuk ve hain olan kimseye de tam bir "sadakat" içinde hizmet eder.
Bütün bunlar bize gösteriyor ki, sadık olan köpek, her zaman için doğruya, güzele ve iyi olana hizmet etmiyor. Meselâ, "insafsız avcı" için yaptıkları gibi...
Namık Kemâl, "Hürriyet kasidesi" isimli şiirinin bir mısrasında "Köpektir zevk alan, sayyâd–ı bîinsafa hizmetten" demesiyle, bu gerçeği nazara veriyor.
* * *
Köpeğin sahiplenmesi ve kullanım maksadı noktasında, geçmiş zaman ile günümüz arasında da çok büyük farklar var. Eskiden, daha çok çobanlar, hayvan sürüsü olanlar beslerlerdi. Kurt gibi yırtıcı hayvanlara ve hırsızlara karşı hayvanlarını koruyabilmek için...
Günümüzde ise, daha ziyade süs, özenti, kendini koruma ve bilhassa "sadakat boşluğunu doldurma" gibi maksatlarla köpekler beslenir oldu. (Emniyet, asayiş, uyuşturucu bulma maksatlı olanlar bahsimizden hariçtir.)
Tabir câizse, insanlarla köpekler aynı alanı paylaşmaya, yani içiçe yaşamaya başladı. İşte bu durum, evvelâ hijyenik/temizlik açısından pek büyük bir risk taşıyor. Siz ne kadar terbiye ederseniz edin, o hayvan tabiatı gereği yine pisliğe bulaşan bir hayvandır. Meselâ, park ve kaldırım gibi yerlerde yürürken, gördüğü her pisliği koklamaya yönelir.
Bir diğer husus, ikamet mahallerindeki köpekler, gerek etrafı pislemekle ve gerekse sürekli havlamakla komşuları şiddetle rahatsız eder.
5 Aralık günkü yazısında bu noktayı nazara veren Vatan yazarı İclal Aydın, kendi üslûbunca şu serzenişte bulunuyor: "Sitedeki onlarca köpeğin sabaha karşı başlayan ve günün ilk ışıklarına kadar süren 'kendi aralarındaki tartışmaları' beni öyle bezdirdi ki, herhangi birini gördüğümde yüzlerine bakasım gelmiyor."
Köpeklerin evlerde, apartmanlarda yaygınlaşmasının en önemli sebebi de, "sadakat fukarası" bir toplum haline gelmemiz olsa gerektir.
Eşler arasındaki sadakat duygusu, alabildiğine zaafa uğradı. Ama, insanlar yine de sadakat görmeye muhtaç. Aynı hayatı paylaştığı bir insandan bu sadakati göremeyen eşler, çareyi "sadık hayvan" olan köpeğe yönelmekte buluyor.
Bu hayat tarzı, önce Avrupa'da meydan aldı. Nice zamandır Türkiye'de de yaygınlaşmaya başladı.
Evet, maalesef bizim toplumumuzda da sadakat fukaralığı ziyedeleştikçe, köpek zenginliğimiz artmaya başladı. Tıpkı, boşanmalar ziyadeleştikçe, aşk şarkılarının artması gibi...
Günün Tarihi
İstiklâl Mahkemelerinin ceberut kararları
8 Aralık 1923: Ankara'dan sonra İstanbul'da İstiklâl Mahkemeleri kuruldu.
İlk başta, Millî Mücadeleye karşı gelenleri, işgalcilerle işbirliği yapanları, vatana ihanet edenleri yargılamakla görevlendirilen bu mahkemeler, daha sonra Cumhuriyet'e muhalefet edenleri ve bilhassa "ilke ve inkılâplar"a karşı gelenleri, (hatta, karşı geldiği varsayılanları da) âcilen cezalandırmaya yöneldi.
Sayısız derecede insanın canını yakan, pekçoğunu idam ettiren bu mahkemelerin meşrûluğu 80 yıldır tartışılıyor. Bir umumî kanaat henüz hasıl olmadığı için, aynı tartışmanın bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor.
Mahkemenin üç Ali'si
İstiklâl Mahkemeleri, verdiği acımasız ve ceberrut kararları yanı sıra, özellikle üç Ali'siyle de meşhûrdur. Bunlar, Reis Kel Ali, Rize mebusu Ali, Kılıç Ali ve savcı Necip Ali'dir. Bunların dışında bir de Aydın mebusu Reşid Galip vardı.
İstiklâl Mahkemelerinin kuruluş tarihi, 31 Temmuz 1922'dir. Kànun no: 29.
Meclis tarafından kurulan ve icrası da yine Meclis tarafından yürütülen bu mahkeme için düzenlenen kànun metni ise, tam tamına 16 maddeden müteşekkil. Bu 16 maddelik kànun metni içinde, bilhassa Kurtuluş Savaşı esnasında asker kaçaklarını, talan ve çete faaliyetinin engellenmesi de yer alıyor.
İstiklâl Mahkemeleri, aynı zamanda gezici mahkemelerdi. Ankara'da faaliyette bulunduğu gibi, İstanbul'a, İzmir'e, Diyarbakır'a, Erzurum'a da giderek faaliyetini aynen sürdürebiliyordu.
Olağan üstü, hatta hukuk üstü yetkilere sahipti. Gittiği yerde, süratli şekilde yargılama yapan bu mahkemelerin kararları genellikle kesindi. Yani, temyizi yoktu ve kararın infazı da derhal yapılmaktaydı. Öyle ki, bazan kişiyi idam eder, sonra yargılar; bazan da ölmüş kişiyi mezarından çıkarttırıp cezalandırırdı.
Son üç yıl
1927'de kapatılan İstiklâl Mahkemelerinin özellikle son üç yılı, daha ziyade şapka ve kıyafet devrimi gibi yeni inkılâplara karşı gelen, M. Kemal'e karşı sûikast girişiminde bulunuan (hayalî İzmir sûikastı gibi) ve yeni rejime muhalefet ettiği öne sürülen kişileri cezalandırmakla geçmiştir.
Önemli bir diğer husus, çeşitli yerlerde kurulan ve sayısız insanı cezalandıran bu mahkemelerde görev yapan kişilerin, ekseriyetle hukuk adamı olmaması gerçeğidir.
Hakikaten, bu mahkemeler için tesbit edilen kişilerde, hukuk ehliyetinden ziyade, gaddarlık ehliyeti aranmış ve atamalar da ona göre yapılmış.
Hukuk tahsili yapmış kimselerin vicdan rahatlığı içinde çalışmasına, maalesef daha sonraki dönemlerde de zaman zaman müsaade edilmediği anlaşılıyor. Özellikle darbe dönemlerinde...
08.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|