Elbette kendimizi kandırmanın bir alemi yok. Ama buna mukabil, boşuna kuruntulara düşmenin de kimseye bir yararı bulunmuyor. Beklenti çıtasını yükselttikçe hayal kırıklığı o oranda büyüyecektir. Şunu bilmeliyiz ki, kavramlar da hizipçilerin elinde hizipçi oluyor. Laiklik kavramının laikçi birinin elinde laikçi bir kimliğe bürünmesi gibi. İslam da alt temsil gruplarının birinin elinde o mahiyette anlaşılıyor. Bu bağlamda, başkaları için özgürlük olan bir şey bizim açımızdan aynı anlama gelmeyebilir. Bazen tersi de olabilir. Binaenaleyh özgürlük kavramı zaviyeden zaviyeye değişecektir. Bundan dolayı her özgürlük eylemcisinin illa da bizim özgürlüğümüzü de istediğini veya istemesi gerektiğini varsayamayız.
Özgürlükler dünya veya ahiret görüşüne göre değişir şekillenir. Aksini iddia, eşyanın tabiatına aykırı olur. Onların özgürlüğü bizim için pranga, bizim özgürlük anlayışımız da onlar için farklı manalara gelebilir. Bundan dolayı öncelikli olarak biz de ne istediğimizi bilmeliyiz. Kavramların sınırlarını iyi belirleyeceğiz. Her kavganın arkasında belirlenmeyen ve tayin edilmeyen sınırlar yatıyor. Fiziki alemin de metafiziki alemin de kavgasının temeli bu sınırlar ayrımıdır. Bu çerçevede ne kendimizi kandıralım ne de başkalarına haksızlık edelim. Sözgelimi, AB’nin özgürlük tanımı kendi içinde bir olmadığı gibi her zaman da bizim özgürlük tanımımıza paralel olmayabilir. Her zaman bizim özgürlük tanımımız onların özgürlük tanımı sınırları içine giremeyebiliyor. Tersi de doğru olur. Fransa gibi ülkelerin laiklik uygulamasında bile çifte standarta rastlanıyor. Sözgelimi, Frnansa’da Hıristiyanlara yönelik olarak uygulanan geleneksel laiklik anlayışı Müslümanlara gelince makas değiştiriyor. Normalde kilise-devlet ayrımı iken cami-devlet ayrımına veya özerkliğinde ve bağlamında durum keskin bir şekilde farklılaşıyor. Normal uygulamada kimse kimsenin harim-i ismetine giremezken durum Müslümanlara gelince İslami kurumlar devletin denetimi altına giriyor. Aslında kimilerine göre bu bile bir lütuf.
Devletin denetim hakkı karşılığında bazı imkânların verilmesi tezine başta Fransız masonları olmak üzere katı laik kesimler karşı çıkıyor. Devlet egemenli laiklik modelini Sarkozy savunuyor. Onun karşısındaki Masonlar ise Müslümanlara hiç hakkı hayat tanımak istemiyorlar.
***
Papa’nın özgürlük anlayışı da kendisini kapsıyor. Hizipçi... ‘Kendisine Müslüman’ denilen cinsten. Türkiye’nin laikliği, onu Katoliklere veya Hıristiyan azınlıklara tanıdığı serbestiyet alanı kadar ilgilendiriyor. Laikliğe sadece azınlıkların dini hürriyetleri zaviyesinden bakıyor. Sözgelimi başörtüsü yasağı furyasında Vatikan’dan kaydadeğer bir ses çıkmadı. Anglikanları temsilen Canterbury Başpiskoposu Rowan William bu hususta ‘ister peçe tak ister haç tak’ diye görüşlerini özetlerken bunun hilafına Vatikan çarşaf takmayı yerel kültürlere ve hassasiyetlere karşı bir saygısızlık ifadesi olarak değerlendirmiştir (“The Vatican has declared that veiling shows disrespected for local cultures and sensibilities” Newsweek, November 27, 2006). Vatikan’ın bu yaklaşımı hafifinden de olsa Straw ve ardından Blair’in ‘peçe bir ayrımcılık unsurudur’ demesine benziyor. Bu bağlamda Ezher Şeyhi Tantavi Danimarka’daki gazetelerin hakaret içeren karikatürler yayınlamasının ardından diyalog adına Kahire’deki Papalık temsilcisiyle Papa’ya ortak bir tavır belirlemeye yönelik bir çağrı mesajı gönderdiğini ama cevap alamadığını söylemektedir (Mecelletü’l Ezher, December, 2006).
Ezher dinler arasında saygı temeli ve hakaretin engellenmesi noktasında inançlar arasında bir mutabakat ve centilmenlik anlaşması teklif ediyor.
***
Dolayısıyla Vatikan’a uzlaşmaya çok açık olmayan, tek yanlı bir özgürlük arayışı ve anlayışı hakim. Türkiye’de iken dini özgürlük olmadığına dair vurgu yapması bekleniyordu. Efes’te üstü kapalı olarak bunu yaptı. Ama Vatikan’a dönüşünde daha açık kondurdu. Ve Türkiye’deki Katoliklerin zor şartlar altında yaşadığını söyledi. Bardakoğlu bu açıklamaya tepki gösterdi.
Türkiye’de laikliğin aşırı yorumunun uygulandığı olaylarla ispat edilmiş ve genel kabul gören bir gerçektir. Bu hususta laiklik ile laikçilik arasında ayrım yapması da yerindedir. Ancak bu ayrımı Müslümanlarla-Katolikler arasında yapması laiklik meselesine hizipçi bir yaklaşımın ürünüdür. İtirazımız bunadır. Aşırı uygulamalara karşı Müslümanların yanında yer alacağı yerde aksine Müslümanlara karşı laiklerin safında yer alabildiğini görüyoruz. Bu da seçici ve hizipçi bir özgürlük arayışıdır. Bu durumda antilaik tutumu da seçici ve aynı zamanda siyasi bir zemin kazanıyor. İstanbul’da kıtasal bakışı küresel bakışla değiştirmiştir. Dileriz laiklik konusundaki seçici ve hizipçi bakışını terk eder, belki umumileştirir. Beklentimiz budur.
08.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|