Bir zamanlar maddî-ekonomik imkânların zirvesindeki insanların o refah ortamında mutlu olamayıp derin bir manevî bunalıma girdikleri ve bu halden ancak dine, manevî değerlere yönelerek kurtuldukları, aradıkları huzur ve saadeti bu yolla yakaladıkları mesajını veren yayınlar çok revaçtaydı.
Kimilerinin “hidayet romanları”—ya da filmleri—diyerek küçümsedikleri bu yayınların, birçok insanın dine ve maneviyata yönelmesinde gayet etkili olduğu da bir vâkıa.
Hattâ son dönemlerde pek çok araştırmaya konu olan “toplumdaki dindarlaşma” olgusunda bu tarz yayınların asla gözardı edilemeyecek bir rolü ve hissesi bulunduğu da.
Ancak özellikle son dönemlerde bunun tam tersi yönde bir eğilimin kendisini göstermeye başladığına dikkat etmek gerekiyor.
Bu çerçevede, “Dindarlık yükseliyor, ama içi boşaltılıyor” şeklinde okunabilecek bazı araştırma sonuçları, bunun alarm sinyallerini veriyor.
Bu düşündürücü gelişmenin altında ise, zaman zaman ısrarla altını çizerek vurgulamaya çalıştığımız “dünyevîleştirilme, dünyaya alıştırılma” tuzağı yatıyor.
Bu tuzakta kullanılan araçların haddi hesabı yok: siyaset, iktidar, ticaret, para, medya, cinsellik ve bağlantılı daha pek çok şey...
Dindarlaşma sürecini baskılar ve yasaklar yoluyla engellemenin mümkün olmadığını, aksine baskıların ters teperek bu yöndeki gelişmeleri daha da kuvvetlendirdiğini gören odaklar, artık değişik taktikler uyguluyorlar.
Bu taktiklerin, özellikle, Bediüzzaman’ın seneler önce dikkat çektiği “materyalist felsefenin ve medeniyetinin cazibedar sefahet ve lezzetli zehirleriyle ifsad” (Tarihçe-i Hayat, s. 373) temelinde yoğunlaştığını görmekteyiz.
Geçtiğimiz günlerde vizyona giren, öncesinde Altın Portakal’la ödüllendirilen ve medyanın yere göğe sığdıramadığı “Takva” adlı film, bu bağlamda çok ilginç bir örnek.
Namazından, niyazından, zikrinden başka birşey düşünmeyen kendi halindeki bir müridin, şeyhi tarafından dergâha ait mülklerin kiralarını toplamakla görevlendirilmesini takiben yaşadığı değişimi işleyen filmin verdiği mesaj şu: :
Modernitenin sunduğu, günaha gidişi kolaylaştıran cazip imkânlar, para, statü, Can Dündar’ın ifadesiyle “tatlı hayat,” en sıkı ve muttakî tarikat ehlini bile yoldan çıkarıp saptırabilir; cinsellikle ilgili olanlar başta olmak üzere zorlu sınavları kaybetmesine yol açabilir...
Nitekim filmin kahramanı girdiği bunalım sonucu “çıldırıyor.”
Böylece, bu finalle, inançlı, dindar ve takva sahibi insanların, günümüz dünyasında, modern kapitalist sistemin çarkları içinde ezilmeye mahkûm oldukları ve bundan kurtuluş çarelerinin olmadığı gibi bir nihaî mesaj veriliyor.
Bu mesajın tarikat üzerinden verilmesi ve filmin, dindarları dünyevîleştirme projelerinde özgün bir yere sahip bulunan bir siyasî partinin iktidarında Kültür Bakanlığının finans desteğiyle çekilmiş olması da son derece düşündürücü.
Bu mesaja en güzel cevabı ise “Helâl dairesi keyfe kâfidir, harama girmeye lüzum yoktur” ölçüsüne dayalı bir takva anlayışını hayat tarzı haline getirerek dengeyi ve mutluluğu yakalayan iman kahramanları veriyor.
10.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|