Güvenlik bürokrasisinin kulislerine girebilen gazetecilerden Saygı Öztürk’ün yazdığına göre, Eskişehir 1. Hava Taktik Kuvvet Komutanlığında 35 astsubayın esrar içtiğinin ortaya çıkması, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Cömert’i son derece üzmüş.
Pilot ve havacı astsubayların büyük emeklerle, yüksek masraf edilerek yetiştirildiğini belirten Org. Cömert, Eskişehir Valisi Kadir Çalışıcı’ya, “Eğer polis iyi mücadele etmiş olsaydı, bu kadar genç okul sıralarında esrara alışmazdı” diyerek sitemini dile getirmiş.
1. Hava Taktik Kuvvet Komutanı Korg. Bilgin Balandı da 35 genç astsubayın ve dışarıda çok sayıda gencin esrar içmesinin, bu konuda gerekli tedbirlerin alınmadığını gösterdiğinden şikâyetçi olmuş.
Ardından Vali Çalışıcı komutanların bu sitemlerini Emniyet Müdürü Savaş Yücel’e iletmiş.
Bunun üzerine Yücel polisin uyuşturucu ile mücadele çalışmalarını anlatmak için askerlere brifing verme talebinde bulunmuş ve aldığı olumlu cevap üzerine verdiği brifingde detaylı bilgi sunmuş.
Emniyet Müdürünün anlattıkları çok ürkütücü ve düşündürücü:
Şehrin “uyuşturucu üssü” haline gelen bir mahallesine yakın zamana kadar polisin dahi giremediğini anlatan Yücel, geniş çaplı bir operasyonla bunu kırdıklarını; ardından düzenledikleri 227 operasyonda 514 içici ve satıcı hakkında işlem yaptıklarını ve 100 kilo da esrar ele geçirdiklerini ifade ederek şöyle demiş:
“2002 yılının 12 ayı ile 2006 yılının 11 ayı karşılaştırıldığında yüzde 3643 daha fazla esrar yakaladık, ele geçirilen uyuşturucu hap oranında da yüzde 1804 artış kaydettik...”
Bunları anlattıktan sonra Yücel haklı olarak, uyuşturucu ile mücadelede sadece polisin çabasının yeterli olmadığını, herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini söylemiş. (Gözcü, 1.12.06)
Emniyet Müdürünün anlattıkları, bütün boyutlarıyla dikkatle ele alınıp tahlil edilmesi gereken gayet vahim bir tabloyu ortaya koyuyor.
Eskişehir gibi, bilhassa belediye başkanını parlatma bağlamında “modernliği ve çağdaşlığı” her fırsatta göklere çıkarılan bir şehirde uyuşturucu illetinin bu noktaya gelmesi, üzerinde durulması gereken boyutlardan sadece biri.
Bu afetle irtibatlı olarak gelişen ve henüz kapağı kaldırılmadığı için gündeme gelmeyen diğer sosyal sorunların ne halde ve hangi boyutta olduğu, bir başka önemli husus.
Karşı karşıya olunan illet, kurumların sadece işin ucu kendilerine dokununca fark edip bundan da diğer kurumları sorumlu tutarak geçiştirebilecekleri türden bir problem değil.
Yine bu bağlamda, cemaatleri “iç tehdit” sayan ve Türkçe ezanın terkini eleştiren komutanların sürekli gündemde tuttukları “irtica” için harcanan emek, zaman ve enerjinin asıl bu gibi problemlerin çözümüne kanalize edilmesi gerektiği de bir başka önemli gerçek.
Ve, uyuşturucu illeti ve beraberindeki diğer sosyal dejenerasyon tezahürlerinin, irtica iddialarıyla paralel olarak yürütülen manevî tahribatın çok hazin ve düşündürücü netice ve tezahürleri şeklinde karşımıza çıkmış olmaları da.
Eskişehir’den ses veren alarm zilleri, asıl iç tehdidin nereden geldiğini hepimize göstermiyor mu?
09.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|