Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

İbrahim: "Siz Âlemlerin Rabbini ne sanıyorsunuz?" Derken yıldızlara bir göz attı. Sonra "Ben hastayım" dedi.

Sâffât Sûresi: 87-89

10.12.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Güçsüzleriniz olmasa, siz yardıma mazhar olabilir ve rızıklanabilir miydiniz?

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3827

10.12.2006


Dinin emirlerinde müsamaha ile medenîlere yanaşmayın

İ’lem eyyühe’l-aziz!

“Geceye benzeyen gençliğim zamanında gözlerim uyumuştu. Ancak ihtiyarlık sabahıyla uyandım” mealinde olan şiirin şümulüne dahilim. Çünkü gençliğimde en yüksek bir intibah şahikasına çıktığımı sanıyordum. Şimdi anlıyorum ki, o intibah, intibah değilmiş. Ancak, uykunun en derin kuyusunda bulunmaktan ibaretmiş. Binaenaleyh, medenîlerin iftiharla dem vurdukları tenevvür-ü intibahları, benim gençlik zamanımdaki intibah kabilinden olsa gerektir.

Onların misâli, rüyasında güya uyanıp, rüyasını halka hikâye eden nâim meselidir. Halbuki, rüyasında onun o intibahı uykunun hafif perdesinden derin ve kalın bir perdeye intikal ettiğine işarettir. Böyle bir nâim ölü gibidir; yarı buçuk uykuda bulunan insanları nasıl ikaz edebilir?

Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın. Çünkü, aramızdaki dere pek derindir; doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz, veya dalâlete düşer, boğulursunuz.

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Mâsiyetin mahiyetinde, bilhassa devam ederse, küfür tohumu vardır. Çünkü, o mâsiyete devam eden, ülfet peyda eder, sonra ona âşık ve müptelâ olur. Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. Sonra o mâsiyetinin ikaba mûcip olmadığını temenniye başlar. Bu hal böylece devam ettikçe, küfür tohumu yeşillenmeye başlar. En nihayet, gerek ikabı ve gerek dârü’l-ikabı inkâra sebep olur.

Ve keza, mâsiyete terettüp eden hacâletten dolayı, o mâsiyetin mâsiyet olmadığını iddia etmekle, o mâsiyete muttali olan melekleri bile inkâr eder. Hattâ şiddet-i hacâletten, yevm-i hesabın gelmeyeceğini temenni eder. Şayet yevm-i hesabı nefyeden ednâ bir vehmi bulursa, o vehmi kocaman bir bürhan addeder. En nihayet nedâmet edip terk etmeyenlerin kalbi küsufa tutulur, mahvolur, gider. El-iyâzü Billâh

Mesnevî-i Nuriye, s. 107

Lügatçe:

umûr-u diniye: Dinî emirler, dine ait işler.

teşebbüh: Benzeme, zorla benzemeye çalışma.

hatt-ı muvasala: Birbirine kavuşup buluşma ve birleşme yeri. Biriyle münasebet kurabilme yolu.

iltihak: Karışma, katılma, eklenme.

dalâlet: İman ve İslâmiyetten ayrılmak.

şümul: İçine alma, kaplama.

intibah: Uyanıklık, uyanma.

tenevvür-ü intibah: Uyanarak aydınlanma.

nâim: Uyuyan.

i’lem eyyühe’l-aziz: Bil ey aziz.

mâsiyet: Günah.

ikab: Şiddetli azap, ceza.

dârü’l-ikab: Azap yeri.

terettüp: Sıralanmak, gerekmek, netice olarak çıkmak.

yevm-i hesab: Hesab günü; Mahşer.

Bediüzzaman Said NURSÎ

10.12.2006


Risâle-i Nur’u okumak

Bediüzzaman Said Nursî, müellifi ve aynı zamanda talebesi olduğu Risâle-i Nur Külliyatı hakkında bir çok tavsiyede bulunmuştur. Bu tavsiyelerin bir kısmı Risâlelerin nasıl okunacağı hakkındadır. İşte bu tavsiyelerin biri şu şekildedir:

“Risâle-i Nurları gazete okur gibi okumayın…”*

Hakikaten de gazete okurken insan fazla dikkatli olmak zorunda hissetmez kendisini. “Bir göz atılır” gazetelere. “Okunup geçilir”. Yüzeysel bir bakış açısıyla gazete üzerinde “şöyle bir göz gezdirilir”. Kaç insan bir gazeteyi dönüp tekrar okumak ihtiyacı hisseder? Gün sonunda gazeteler artık “hurda kâğıt”lara dönüşmekten kurtulamaz. Zaten gazeteler de bunu bilirler. Verecekleri bilgiyi ya da mesajı en çarpıcı ve kısa biçimde vermek bence bir gazete (yazısı) için önemli bir kriterdir.

Amma iş Risâle-i Nurları okumaya gelince biraz farklılaşır. Çünkü Risâleler ne “bir göz atılıp geçilecek” ne de “yüzeysel bakılacak” eserlerdir. Risâle-i Nurları okuyan herkes bunu az-çok fark eder. O kadar ki “bir bakalım ne varmış” diye okumaya başlayan, yani gazete gibi okumak niyetiyle onu eline alan pek çok insan bile Risâleleri elinden bırakamamıştır. Bu şekilde ön yargılarla Risâlelere yaklaşıp sonraları onun talebesi olan bir çok insan vardır.

Durum böyle iken Müellifi, Risâle-i Nurların insanlar üzerindeki bu etkisini bilmemekte midir? Hayır belki herkesten fazla Said Nursî bilmektedir bu etkiyi. Ama o yine de böyle bir “Gazete gibi okumayın uyarısı” yapmaktadır.

Öyleyse bu uyarıdaki vurgu dikkatsiz bir okuma üzerinde değildir. Elbette bu uyarıdan “Dikkatsiz okumayın” mânâsını çıkartmak da doğru ve mümkündür. Ancak sanki burada asıl vurgulanmak istenen maksat başkadır. Çünkü bu uyarının yapıldığı şahıslar zaten Risâle-i Nur Talebesidir. Zaten Risâle-i Nurları dikkatli bir biçimde okumaktadır. Bu noktada gazete okumanın başka özelliklerinden bahsetmek yerinde olacaktır:

Genelde gazeteler günlük yayınlanmaktadırlar. Yani evinize her gün, her gün gazete gelmektedir. Bu monotonluk bir gazeteyi gazete yapan ama aynı zamanda okunmama tehlikesini de beraberinde getiren bir monotonluktur. Meselâ eve çok yorgun bir şekilde geldiniz. Ve köşede duran gazeteyi gördüğünüzde “Aman, bugün de okumasam ne olur” dersiniz. Bir bakıma haklısınızdır. (Umarım bu yazının yayınlandığı gazete böyle bir akıbete uğramamıştır!) Çünkü yarın ve sonraki gün ve hatta bir sonraki gün de gazete eve gelecek, okunmayı bekleyecektir.

Yine bu monotonluğun sonucunda gazete okunsa bile “her zamanki gibi” okunacak, zihnimiz “her zamanki gibi” yaklaşacaktır yazılanlara. Dolayısıyla da monoton, olağan bir bakış açısı gazeteden monotonluğu kırıcı düşünceler devşirmemizi engelleyecektir.

İşte Bediüzzaman Said Nursî söz konusu uyarısında gazete okumanın bu özelliklerini daha bir öncelikle vurgulamak istemiştir diye düşünüyorum. Nitekim bahsedildiği üzere, içerdiği konular ve işleyiş biçimi söz konusu olduğunda ister istemez Risâleler kendini dikkatlice okutmaktadır. Bu açıdan “Risâleleri gazete gibi okumayın” uyarısı evinin bir köşesinde Risâleleri bulunduran, onu her gün okuyabilecek durumda olanlara daha ziyade yapılmış bir uyarıdır.

Söz konusu uyarıyı bu şekilde algılayınca Bediüzzaman’ın Risâle-i Nurları okuma hususunda bir çok konuyu bir-iki söze sığdırabildiğini görecektir insan.

Meselâ; bu uyarının içinde “Risâle-i Nurları her gün okuyacak durumda olduğunuz halde okumadan geçmeyin” uyarısı da mevcuttur. Gerçekten de bazı günler Risâleleri okumamak için bulduğumuz bir bahane vardır: “İşte orada duruyor zaten Risâleler, yarın okurum”. Bu maalesef şahsen yaşadığım bir tecrübedir. Oysa bir başka acı tecrübe göstermektedir ki Risâleler orada duruyor olsa bile gün durmamaktadır.

Yine bu uyarının genişliğinden çıkardığım bir sonuç daha vardır. Diyelim ki her şeye rağmen Risâleleri okumaya başladınız. Bu durumda da zihniniz okunan yere tekdüze, monoton bir bakış açısıyla yaklaşacaktır. Çünkü zaten her gün okumaktasınız. Öyleyse ne gerek var ki zihnimizi yormaya. Böylece konu ne kadar önemli olursa olsun Risâlelerden alacağımız verim bir hayli düşecektir. Bediüzzaman’ın, uyarısı ışığında, böyle bir okumayı da tavsiye etmediğini söyleyebiliriz.

Bediüzzaman’ın “Risâleleri gazete gibi okumayın” uyarısından çıkarılacak sonuçlar sadece iki-üç taneyle sınırlı değil tabiî… Ama gazetemizdeki yerimiz sınırlı... Zaten benim dar zihnimin çerçevesinden geçebilen bir iki düşünce bunlar…

Siz yine de ne yaparsanız yapın, lütfen Risâle-i Nurları bu yazıyı okuduğunuz gibi okumayın!

* “…Yalnız, kader ve cüz-ü ihtiyarîye ait Yirmi Altıncı Söz hatırıma gelmemişti, size söylememiştim. Ona da bakınız; fakat gazete gibi okumayınız.” (Mektûbat, 12. Mektub—Ayrıca Son Şahitler, 3. Cilt, Bayram Yüksel’le ilgili hatıralarda benzer ifadeler var.)

Ahmet Tahir UÇKUN

10.12.2006


Seri’

Allah (c.c.), Serîü’l-İkab’dır. Yani, cezâ ve ikabında sür’atlidir. Emir ve işlerinin icrâsında dilediği anda, zaman mefhumunu ortadan kaldırır ve işlerini zamansız, ansızın yapar. Dilediği anda, dilediği gibi cezâ ve mükâfât verir, her işi sür’atle sonuçlandırır, hesabı çabuk görür. Cenâb-ı Hak, olmasını istediği bir şeye sadece “Ol!” der, o iş hemen oluverir.

Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Serî’ ismi1 “Serîü’l-İkab” terkibiyle Kur’ân’da da vârittir. Cenâb-ı Hak, “Rabbin, onları kötü azaba uğratacak kimseleri Kıyâmet Gününe kadar göndereceğini bildirmişti. Muhakkak Rabbin Serîü’l-İkab’dır. Ve muhakkak O Ğafûr ve Rahîmdir”2 buyurmaktadır. Bir diğer âyette Cenâb-ı Hak, “Verdikleriyle sizi imtihan etmek için sizi yeryüzünün halîfeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün kılan Odur. Muhakkak Rabbin Serîü’l-İkab’dır. Ve muhakkak O Ğafûr ve Rahîmdir”3 buyururken, diğer bir âyette, “Bir şeyin olmasını dilediği zaman Onun işi sadece ona ‘Ol!’ demektir. O hemen oluverir”4 buyurur.

Bu son âyetin tefsîrinde Bediüzzaman Saîd Nursî, bütün kâinatın Allah’ın emir ve irâdesi önünde el pençe dîvân durmuş bir biçimde, “Kün fe yekûn,” yani “Ol!” emrine karşı sonsuz bir itaatle boyun eğmiş olduğunu; böyle bir Zâtın haşir ve kıyâmeti getirmesinden şüphe duymanın abes olduğunu, “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye sorarak kudretine karşı aslâ tâcizle meydan okunamayacağını beyan eder.5

Bedîüzzaman’a göre cezâ vermekte ve netice elde etmekte serî olan Cenâb-ı Hak, dünyada hemen bütün işlerin sonucunu mahkeme-i kübrâya tehîr ediyor. Yoksa, bakmıyor değil. Bazen dünyada da cezâ veriyor, yapılan bir davranışın karşılığını kula bildiriyor. Geçmiş asırlarda isyan ve tuğyan içindeki kavimlere gelen İlâhî cezâlar ve azaplar insanoğlunun başı boş olmadığını, bir celâl ve gayret tokadına her vakit mâruz bulunduğunu göstermektedir.6

Bedîüzzaman’a göre, her şeyin dizgini elinde ve her şeyin anahtarı yanında bulunan Kadîr-i Zülcelâl, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitap sayfaları gibi kolayca çevirdiği gibi, iki menzil hükmündeki dünya ve âhiretin de, birini kapatıp diğerini kolayca açacaktır. Kur’ân, akıldan uzak görmeye ve inkâra meydan bırakmamak için, haşir ve kıyâmetin dünyevî benzerlerini ısrarla nazara vermektedir. Meselâ, “amel defterleri açıldığı zaman”7 âyeti haşirde herkesin bütün amellerinin bir sayfa içinde yazılı olarak neşrolunduğunu bildirmektedir.

Aklı hayran bırakan şu mesele için, bahar haşrinde neşrolunan sahifeler birer “benzer uygulama” teşkil etmektedir. Nitekim, her meyvedâr ağacın veya çiçekli her bir otun amelleri, fiilleri, vazifeleri ve Allah’ın isimlerine karşı tesbîhâtı, ubûdiyetleri ve hayatlarının tarihleri bütün çekirdeklerinde ve tohumlarında yazılmakta ve başka bir baharda dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveler sûretinde amel sahifeleri neşrolmaktadır. İşte gözümüz önündeki baharda bu işi aksatmadan ve geri bırakmadan yapan Cenâb-ı Hak, beşer haşrinde amellerin neşrolacağını da Kur’ân’da beyan buyurmaktadır.8

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2:250

2- A’raf Sûresi: 167, 3- En’am Sûresi: 165

4- Yasin Sûresi: 82, 5- Sözler, s. 390

6- A.g.e., s. 66, 7- Tekvir Sûresi: 10

8- Sözler, s. 390

10.12.2006


Nur’un dilinde Risale-i Nur

İlk altı lem’a

İlk altı lem’ada, akşam ile yatsı namazı arasında otuz üçer defa okunması çok faziletli bulunan mübarek kelimelerin herbirinin birçok nurundan birer nuru gösterilir. Birer duâ ve vird niteliğinde olan bu kelimeler, çetin imtihanlara maruz kalan Peygamberlerin, imtihan sırasında söyleyip de kurtuldukları virdlerdir. (Lem’alar, s. 11)

Üçüncü Lem’a’da tefsiri yapılan Kasas Sûresi’nin 88. âyet-i kerimesi için Bediüzzaman Hazretleri “İlâhî! Mahiyetimin câmiiyeti ve bana in’âm ettiğin cihâzâtımın kesreti itibarıyla pek çok alâkalarım ve kâinata ve bütün envâına uzanan şiddetli ihtiyaçlarım var. Halbuki, ‘Onun zâtından başka herşey yok olup gidicidir. Hüküm Ona aittir; siz de Ona döndürüleceksiniz’ (Kasas: 88) âyeti beni tehdid eder ve mevcûdâtın pek çoğuyla olan alâkamı keser” demektedir.

(Lem’alar, 29. Lem’a, 6. Bab, s. 481)

Yirmi Birinci Lem’a

Bediüzzaman Hazretleri, ‘mükemmel bir nasihatçi’ (Şuâlar, s. 439) olarak gördüğü, ihlâs hakkındaki bu lem’a için “Lâakal (en azından) her on beş günde bir defa okunmalıdır” (Lem’alar, s. 221) kaydını düşmüştür.

Yirmi İkinci Lem’a

“Yirmi beş, otuz senedir esrârımı arayanlar ve tarassut edenler de anlasınlar ki, gizli hiçbir sırrımız yok. Ve en gizli bir sırrımız işte bu risâledir, bilsinler” (Lem’alar, 22. Lem’a, s. 230)

Yirmi Üçüncü Lem’a

“Tabiattan gelen fikr-i küfrîyi dirilmeyecek bir sûrette öldürüyor, küfrün temel taşını zîrüzeber ediyor” (Lem’alar, 23. Lem’a, s. 239)

Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiye

“Kardeşlerim, çoktan size söylemek lazım gelirken unutmuştum. Kerâmetli Yirmi Dokuzuncu Söz, o Sözün yalnız birinci makamıdır. O Sözün ikinci makamı ise, ehemmiyetine binâen—ki, bir vecihte ona da ‘Âyetü’l-Kübrâ’ namını İmam-ı Ali Radiyallahu Anh vermiş olan—Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiye’dir ki, ‘Allahu Ekber’ gibi sair tesbihatın mertebelerindeki nurları beyan ediyor ve Hizb-i Nuriye’nin de bir me’hazıdır.” (Emirdağ Lâhikası, s. 56)

“Risâle-i Nur’un Âyetü’l-Kübrâsı hükmünde ve ekser risâlelerin ruhlarını cem eder” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 116)

Bediüzzaman Hazretleri, Yirminci Mektub ile Otuz İkinci Söz’ün bir derece Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiye’yi izah ettiğini söyler. (Kastamonu Lâhikası, s. 13)

Otuzuncu Lem’a

İsm-i Âzam ve Sekîne denilen esmâ-i sitte-i meşhurenin* hakikatlerini gayet âlî bir tarzda beyan ve ispat eder. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 115)

* Allah’ın altı meşhur ismi: Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs.

Hazırlayan: Fatma ÖZER

10.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004