Dinlerin takası olmadığı gibi özgürlüklerin takası da yoktur. Mısırlı Tevfik Tavil, ‘İngilizler giderken geride bize kavramlarını bıraktılar’ demiştir. Dolayısıyla İngilizlerin yokluğunda kavramlar onların aracıları olmuştur. Kavramlarla sömürge ülkelerini bilvekâle yönetmişlerdir. Özgürlük, laiklik ( kendi yükledikleri anlamlarda) bunlardan bazılarıdır. Her sistemin ve pradigmanın veya vahid-i kıyasinin kavramları farklıdır. Bu kavramlar arasında harmanlama veya karma anarşiye davetiye çıkaracaktır. Bu anlamda, nefsini esir etmiş abdullah’ın hürriyeti ile nefsine tapınan abdunnefs’in veya abdullaat’ın hürriyet anlayışı farklı olacaktır. Birisi hürriyetin ruh tarafında diğeri de nefis tarafındadır. Bediüzzaman bu hürriyet meselesini vecizeleştirmiştir: İnsanlar hürdür ama abdullah’tırlar, der. Bundan dolayı bizim hürriyet anlayışımız mukayyettir ve araçsaldır. Nefsine tapınanların hürriyet anlayışı ise sınırsız ve mutlaktır. Hürriyeti mutlaklaştırdığımız oranda o din mânâsı kazanacaktır. Bu itibarla, iki hürriyet anlayışını veya ondan neşet eden ortamı eşitlemek birbirimizi kandırmak olur. Bu söylediklerimizi biraz daha somutlaştıracak olursak hakikat bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır. Hollandalı kimi liberaller başörtüsü yasağı kapsamında Müslüman dindarlara bir teklif getirmişler: “Siz bizim eşcinsellik hakkımızı tanıyın, biz de sizin başörtüsü dâvânıza destek verelim. Müslüman kadınların başörtüsü takma özgürlüğünü destekleyelim...” Böyle bir pazarlık olur mu? İşte bu tam da Ertuğrul Özkök’ün teklifidir. O da Papa’nın Sultan Ahmed de duâ etmesine mukabil Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’ndan istavroz çıkartmasını istemiştir. İki teklif aynı şeydir ama eşcinsellikle başörtüsü ise aynı şeyler değildir. Dindarlar böyle bir pazarlığın tarafı olamazlar. Olurlarsa kendilerini inkâr etmiş olurlar ve bu durumda başörtüsü takmanın bir gereği de yoktur. Nominalleşmiştir. Dolayısıyla kavramlar namusumuzdur. Bunu daha keskin bir şekilde ifade edenler: ‘Kamusumdur namusumdur’ demişlerdir. Dil dinin cildi ve derisidir. Mahfazasıdır. Eskilerin tabiriyle kışırdır. Kışır olmadan öz bozulur. Özü besleyen ve muhafaza eden kabuktur.
***
Özgürlük kavramını mutlaklaştırdığımız anda din gider özgürlük kalır. Ya da dinin yerini özgürlük alır. Bu itibarla, Müslümanların hürriyeti ubudiyet çerçevesindedir. Diğerlerinin ki ise nefse ubudiyet şeklindedir. Daha da açacak olursak kul hem hür ve hem de abdullah’tır. Kula kulluk etmez ve bu manada hürdür. Mustakil ve bağımsızdır. Bu mânâda Hazreti Ömer’in Amr İbni’l As gibilerine çıkışı vardır: “Meta ista’bedtümünnase kad velledethum ummuhatumuh ahraren’ Yani anaların özgür olarak doğurduklarını siz ne zamandan beri köle ediyorsunuz? Akıl teklifin (dini görevleri yerine getirmenin) nasıl önşartı ve aracı ise hürriyet de öyledir. Bu manada Abdulkerim Suruş dini yaşamanın önşartının hürriyet olduğunu söyler. Namazın nasıl içinde ve dışında şartları veya önşartları varsa mükellefiyetin yani kulluk sorumlululuğunun da önşartı vardır ve bu, hürriyettir. Bu olmadan ibadetlerin makbuliyeti yoktur. İnsan mükellef veya sorumlu da değildir. Papa bu noktadan da İslâmı yanlış anlamıştır. Zorlama İslâmın özüne yabancıdır. Kasr ve zorlamak veya ikrah ile İslâmın yolları bu noktada ayrılmaktadır. Buna göre, insan hem hür hem de Abdullah’tır. Hem sabit hem de değişken. Bir ayak sabit diğer ayak seyir halindedir. Din ile şir’at ve minhec de böyledir. Mevlâna’nın deyimiyle ‘du âlem(iki âlem)’ karşısında din de böyledir. Dinin âlem-i şehadete bakan yüzü değişkendir. Âlemi gayba veya öteki âleme bakan yüzü ise sabittir. Kur’ân bunu, din ve şirat ve minhac olarak isimlendirir.
***
Kul planında da du âlem( iki âlem) veya iki kademe vardır. Birinci kadem ve kademesi sabittir. Diğeri de seyir halindedir. Mevlâna bunu pergel metaforuyla izah eder. Pergelin bir ucu Kur’ân-ı Kerim’e sabitlenmiştir, diğeri de afakı ve kâinatı dolaşır. Seyir halindedir. Sufiler buna seyri afâkî de derler. Bir de bunun karşısında seyri enfusî dairesi vardır. Dolayısıyla hürriyet mükellefiyetin lâzımıdır ama dine karşı kullanılmaz. Evet, insan Allah karşısında abdullah, kâinat karşısında da hürdür. Allah karşısında bağlı ve sabitkadem kâinat karşısında da hareket ve seyir halindedir. Böyle anlarsak hürriyet ile din arasındaki işkal de kendiliğinden ortadan kalkar. Öyledir de...
10.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|