Modernleşme
Modernleşmenin tarihçesi
Avrupa’da din baskısına karşı çıkan halk, dini dışlayarak oluşturdukları ideoloji ile modernleşmenin ilk adımlarını atmıştır. Bu ideolojide hâkim düşünce maddeciliktir. İnsânî değerlerin kaynağı toplumdur. Toplumun merkezine ise, Allah veya dini değil, bilimi koymuştur. Katolik anlayışa tepki olarak çıkan Rönesans hareketleri dünyevîleşmeyi, teknolojik gelişmeleri ve sosyal refahı da beraberinde getirmiştir.
Avrupa’daki bu gelişmeler Osmanlı tarafından sıkı sıkıya takip edilmiş ve 17. yy’da bu ideolojinin izleri yavaş yavaş saray ve çevresinde görülmeye başlanmıştır. Batı’daki teknolojik gelişmelerden etkilenen Osmanlı devlet ricâli, Tanzimat hareketleriyle modernleşmeyi başlatmışlardır. Fakat Avrupa’dan farklı olarak Osmanlı’da modernleşme bir halk hareketi ve isteği ile değil, devlet ideolojisi ve zaman zaman istibdatla yerleştirilmeye çalışılmıştır. Hatta Cumhuriyetin kuruluşuyla beraber halk tabanlı olmayan, dayatmacı bir anlayışla çıkarılan kanunlar, dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyecek bir şekilde kanlı olaylara sahne olmuştur. (Şapka inkılâbı gibi…)
19. yüzyıla gelindiğinde aydınlar, Batı karşısında teknolojik açıdan yetersiz olduğumuzu ve bu medeniyetin seviyesine nasıl ulaşacağımızın tezleriyle uğraşmaya başlamışlardır. Bu süreç karşısında bir kısım aydınlar (!) bütünüyle batılılaşmak fikrini savunmuşlar, bazıları tamamen karşı çıkmışlar, bazıları ise, toptancı bir anlayışla yaklaşmayıp bu medeniyetin iyi ve güzel taraflarını almak gerektiğini, manevî değerlerden ödün verilmeden bunun olmasını ifade ederler.
Teknolojik gelişmeler karşısında yetersiz olduğumuzu düşünen aydınlar (!) bu modernleşme sürecinde işe ilk olarak ne hikmetse, Avrupa’nın kılık kıyafetini tercih etmekle başlamıştır. Bu anlayışın hâkim olduğu aydınlar (!) dinin zaafiyeti bahanesiyle medeniyetin çirkin taraflarına yönelmişler ve dini dışlayan bir anlayışı hâkim kılmaya çalışmışlardır. Yani teknolojik gelişmelere, muâsır medeniyete ulaşmada dini engel olarak görmüşlerdir.
Modernleşmenin sıçradığı veya bir şekilde esir aldığı bütün ülkelerde (daha çok Müslüman ülkelerde) bu fikir kabul görmüştür; yani, dinlerini ilerlemeye bir mani olarak değerlendirmişlerdir. Buna karşın Asya’da, modernleşmenin olumsuz izlerini almadan, kendi âdât-ı milliyelerini muhafaza eden Japonlar, bu konuda olumlu bir örnektir. Buna benzer bir uygulamayı Avrupa 1200’lü yıllarda Endülüs Emevîlerine karşı uygulamışlardır. Şöyle ki, İslâm medeniyeti Ortaçağ Avrupası içlerine girdiği zaman (Endülüs kanalıyla), Avrupa, İslâm medeniyetinin bir cüz’ü haline gelmedi. Ortaçağ Avrupası, kendi elbisesini Arap elbisesiyle, âdet ve yaşayışlarını Araplarınkiyle asla değiştirmeyi düşünmedi. Avrupa ne yaptı? İslâm âlimlerinin fikirlerini, bilgilerini aldı ama kendi kültürünün istiklâlini hiçbir zaman katletmedi.
Dinlerini gelişmeye engel olarak gören toplumlar, Batı hâkimiyeti karşısında hem esir olmuşlar, hem de kendi değerleriyle çatışan insanları ortaya çıkarmıştır. Bugün Batı bunu iyi kullanmakta, yarı gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler üzerinde, bu yarayı kanatarak türlü türlü oyunlar oynamaktadır. En yakın örneği cumhuriyetle başlayan bir süreç içerisinde Türkiye, ne zaman olumlu bir hamle yapacak olsa, laik-anti-laik, dinci-kemalist, Alevî-Sünnî ve Türk-Kürt gibi sun’î oyunlar öne sürülmektedir. Zaten kafası karışık olan ve kendi değerlerinden uzak büyük kafalar ve cehaletinden dolayı çabuk provake edilen avam, onlar için tam bir malzeme olmuştur. Dünya üzerinde herkesi esir alan bu modernleşme, bir ahir zaman fitnesine dönüşmüştür.
Modernleşme nedir?
Modernleşme geleneksel kabul ve yaşama üslûbunu terk edip, bunun yerine daha geniş kitleler tarafından benimsenmiş yaşama biçimini kabul etmek anlamına gelir. Modern kavramı eskiye ait, geçmişe ait her şeyden daha üstün bir hayat tarzı ve fikrini kabul ediştir. Bu düşünce, insanlık ailesinde inanılmaz nankörlüklere ve tahriplere sebep olmuştur. Kâinatı yaratan ve yarattıklarını en iyi bilen Yaratıcı’nın, insanların mutlu ve huzurlu olabilmesi için gönderdiği dinlere ve peygamberlere, kısacası İlâhî kaynaklı bütün prensiplere nankörlüğü netice vermiştir. Bireylerde, her şeyden kendisini üstün tutan firavunâne anlayışları, toplumda ise ırk üstünlüğü adı altında bütün zulümleri meşrûlaştıran menfî milliyetçiliği netice vermiştir.
O zamanın aydınları, ‘Bu taassub-u dinî bizi geri bıraktı. Bu asırda yaşamak, taassubu bırakmakla olur’ demişlerdir. Bu tip fikirli aydınların (!) nesli, bugün de devam etmektedir. Bunlara karşı cevap veren Bediüzzaman, “Hem tarih şahittir ki, ehl-i İslâm ne vakit dine sarılmış, terakkî etmiş. Ne vakit terk etmiş, tedennî etmiştir. Hıristiyanlık ise bilâkistir” demiştir.
Hakikaten bugün bile bu sözleri dile getiren ve din ve hakikatleri bir dogma gibi gören büyük makamlardaki dar kafaların acaba bu düşünceyi taşımakta ne menfaati olabilir diye düşünüyor insan. Eğer bunların derdi, asayişi sağlamak ise, dinsiz serserilerin ülkenin başına neler getirdiği malûm. Üstelik bu büyük makamları işgal eden dar kafalılar, bu serserileri her üç dört yılda bir çıkardıkları aflarla affediyorlar. Eğer dine karşı bu soğukluklarının sebebi, milletin terakkîsi ise, terakkînin ve ticaretin esası olan emniyet ve asayiş, helâl-haram kavramları ancak din terbiyesiyle olur. Üstelik bunlar Türkiye’nin atacağı her olumlu adıma da karşı çıkmaktadırlar. (AB gibi).
Sonuç
Modernleşme toplumun bütün bireylerini bir şekilde etkilemiştir. Bu etki, kimilerinde tamamen dinden uzaklaşmayı netice vermiş, kimilerinde ise, hem dinin bulunduğu hem de dünyevîleşmenin fazlaca yaşandığı bir hale dönüşmüştür. Çok masum gibi görünen bu ikinci kısım aslında birincisi kadar yani dinden uzaklaşmayı netice veren modernleşme kadar tehlikeli ve vebâllidir. ‘Namazımı da kılarım, içkimi de içerim’, ‘Dindarım ama iş hayatımda başımı da açarım’ gibi arzîleştirilmiş din anlayışı vahim bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Ama ne acıdır ki bu medeniyetin modernleşme ayağı, bütün Müslümanları da etkileyen bir ahirzaman fitnesine dönüşmüştür. Öncelikli yapılması gereken yegâne şey, Müslüman kimliğinin, Kur’ân medeniyetinin ve Sünnet-i Seniyyenin, hayatın içinde olması gereken yere yerleşmesidir.
Göreceli bir kavram olan modernleşmenin referansı Batı mı olmalı, yoksa İslâm mı olmalıdır? Müslümanların öncelikle bu noktayı anlamaları gerekmektedir.
|
Yasemin YAŞAR
17.12.2006
|